ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Yeni küresel jeopolitiğin Türkiye testi

Son dönemde Türkiye'nin çevresinde ve doğrudan merkezinde yaşanan kritik gelişmeler, bir krizler toplamından çok, yeni küresel jeopolitiğin, sert bir sınaması olarak okunabilir. Düşen İHA'lar, S-400 tartışmasının yeniden ısıtılması, NATO içi fay hatları, AB ile kontrollü yakınlaşma, Karadeniz'de vurulan tankerler, Libya'daki askeri varlık, Ege'de İsrail eksenli yeni askeri planlamalar ve Suriye sahasında artan gerilim... Tüm bunlar tek tek başlıklar değil; aynı satranç tahtasının farklı hamleleri.

Düşen İHA'lar ve Karadeniz'de vurulan tankerler

Türkiye hava sahasında ya da kontrol alanlarında düşen İHA'lar teknik olaylar gibi görünse de, esasen "kim, nerede, ne kadar ileri gidebilir" sorusunun cevabını yoklayan denemeler. Karadeniz'de Türk tankerlerinin hedef alınması, doğrudan şunu söylüyor; tarafsızlık artık sadece diplomatik bir kavram değil, fiilen test edilen bir pozisyon. Neden mi, Karadeniz, enerji ve ticaretin yeniden şekillendiği bir arter haline gelirken, Türkiye'nin Montrö ve denge politikası hem Rusya hem Batı için kontrol edilmesi gereken bir değişken.

S-400 dosyası

S-400 meselesi artık bir savunma sistemi tartışması değil; Türkiye'nin stratejik özerklik iddiasının sembolü. ABD açısından bu dosya kapanmadı. Çünkü, kapanırsa Türkiye'nin, o bilinen, tek eksenli güvenlik mimarisine dönmeyeceği tescillenmiş olacak. Zaten, NATO içindeki rahatsızlık da buradan kaynaklanıyor. Türkiye, ittifak içinde ama ittifaka mahkum olmayan yeni bir çizgi inşa ediyor. Yani, S-400 dosyası, silah sisteminden jeopolitik sembolizme çoktan evrilmiş durumda.

NATO ve AB ile ilişkiler

Türkiye'nin NATO'daki rolü askeri olarak vazgeçilmez olsa da siyasi olarak zorlayıcı. Türkiye ittifakın güney kanadını fiilen korurken, Karadeniz'e erişimi de kontrol eder, Orta Doğu–Kafkasya hattında ise ileri bir savunma sağlar. Türkiye ayrıca kriz anlarında sahaya asker koyabilen nadir NATO ülkelerden biri. İşte bu özellikleri Türkiye'yi NATO içinde vazgeçilmez kılar. Ancak siyasi olarak zorlayıcı bir rolü de var; çünkü Türkiye güvenlik tehditlerini (terör, sınır güvenliği, bölgesel istikrarsızlık) NATO'nun önceliklerinden farklı tanımlar. Dolayısı ile ittifak içi uzlaşıyı veto gücüyle zorlar ve tek eksenli Batı çizgisine bağlı kalmadan Rusya, Orta Doğu ve Avrasya ile eş zamanlı ilişkiler kurar. Kısacası Türkiye, NATO için olmazsa olmaz bir askeri omurga. Ama! itaat eden değil pazarlık eden bir siyasi aktör.

Gelelim, AB ile ilişkilere.. AB ile son dönemde artan temaslar elbette bir üyelik romantizmi değil, enerji, göç, güvenlik başlıklarında zorunlu pragmatizm. Avrupa için Türkiye artık bir aday ülkeden çok, bir kriz yöneticisi.

Türkiye – Rusya İlişkileri

Ankara–Moskova hattı, klasik ittifak kalıplarını aşan bir hat. Enerji, turizm ve bölgesel dosyalar üzerinden kurulan bu ilişki, kontrollü rekabet ve zorunlu işbirliği formülüne dayanıyor. Ancak Karadeniz ve Suriye dosyaları, bu dengenin her an bozulabileceğini de hatırlatıyor. Yani Türkiye- Rusya ilişkileri ne dostluk ne de düşmanlık olarak nitelenebilir.

Libya

Libya'da Türk askerinin görev süresinin uzatılması ve Libya Genelkurmay Başkanı'nı taşıyan uçağın düşmesi tesadüf mü, süreç içinde göreceğiz. Çünkü Libya, Türkiye için Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarının sigortası. Bu yüzden Libya'da yaşanan her sarsıntı, Ankara'ya verilmiş dolaylı bir mesaj okunabilir. Yani, Libya uzak bir cephe değil, Akdeniz'in kilidi.

Ege – Güney Kıbrıs – İsrail Üçgeni

Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın İsrail ile kurduğu askeri-siyasi ittifak, klasik Ege sorununun ötesine geçiyor. İsrail füzelerinin Ege'ye konuşlandırılması planları, Türkiye açısından üçüncü bir aktörün doğrudan denkleme girmesi anlamına gelir. Bu durum, Doğu Akdeniz'i çok katmanlı bir çatışma potansiyeline taşır.

Öte yandan, son günlerde İsrail'in Türkiye'yi açıkça hasım ve hedef olarak tanımlaması, var olan gerilimi daha da artırıyor. Türkiye – İsrail ilişkilerindeki bu yeni eşik çok hayra alamet değil. Mesela Suriye sahasında iki ülkenin doğrudan karşı karşıya gelme ihtimali bile, fay hatlarını derinden etkiliyor. Peki bölgede ABD nerede? ABD'nin güncellenen güvenlik stratejisinde Ortadoğu artık merkez değil, ama kontrol edilmesi gereken bir risk alanı. Trump'ın Suriye yaklaşımı bu yüzden "çekil ama bırakma" formülüne dayanıyor. İşte tam bu noktada, İsrail'in Ortadoğu hedefindeki niyet belirginleşiyor. İsrail, Ortadoğu'da ABD'nin kısmen çekildiği, Arap devletlerinin parçalı olduğu, İran'ın sınırlanmaya çalışıldığı bir dönemde, ortaya çıkan güç boşluğunu doldurmak istiyor. İsrail'i bölgede durdurabilecek tek güçte Türkiye. Türkiye, Suriye, Doğu Akdeniz, Libya ve Filistin dosyalarında sahaya inebilen, istediğinde askeri varlık kurabilen, asıl önemlisi diplomatik meşruiyet üretebilen bölgedeki tek aktör. Dolayısı ile, İsrail açısından Türkiye, sadece bir fikir rakibi değil, stratejik alan rakibi.

Türkiye ne yapıyor?

Türkiye bugün, ne tamamen Batı'ya angaje, ne Rusya'ya yaslanan, ne de bölgesel yalnızlığı kabul eden bir çizgide yürüyor. Bu, yüksek riskli ama yüksek getirili bir denge siyaseti. Elbette önündeki tehlikeler çok büyük, mesela, ekonomik yaptırım tehditlerinin geri dönmesi, Suriye ve Ege'de eş zamanlı kriz, vekil aktörler üzerinden yıpratma stratejileri, çok cepheli askeri baskılar devreye girebilir. Ama aynı zamanda da önünde büyük fırsatlar var. Mesela arabuluculuk rolünün kalıcılaşması, enerji ve ticaret yollarında merkez ülke olma, NATO ve AB içinde vazgeçilmez ama bağımsız aktör konumu... İşte Türkiye'nin stratejik sabırı da bu yüzden.

Ez cümle, yeni küresel jeopolitik, Türkiye'ye konforlu alanlar sunmuyor. Ama bir şey net, Türkiye artık oyunu izleyen değil, oyunu bozan ve yeniden kuran bir aktör. Evet, bu pozisyon riskli, yorucu ve maliyetli. Ancak alternatif senaryo yani edilgenlik, çok daha tehlikeli. Dolayısı ile bugün Ankara'nın yürüttüğü denge siyaseti, sadece bir tercih değil, tarihin dayattığı bir zorunluluk. Ve bu zorunluluk, Türkiye'yi ya küresel bir güç mimarına ya da hedef tahtasına dönüştürecek. Şu an yapılan her hamle, işte bu iki ihtimal arasındaki ince çizgide atılıyor. Yani, Türkiye satrançta oyuncu, taş değil..


Yazarın diğer yazıları