Kapitalist hastalıklar ve akran zorbalığı
Ne dersiniz, bugün Türkiye'de yükselen akran zorbalığı dalgası, sadece bireysel öfke patlamaları mı, yoksa dünyayı da esir alan yeni toplumsal krizin bize uzantısı mı? Çünkü bugün Türkiye'de akran zorbalığı yalnızca artmıyor; toplumsal sinir uçlarının dışa vurulduğu bir deprem hattına da dönüşüyor.
Üstelik bu kriz, Amerika'dan Fransa'ya, İngiltere'den Güney Kore'ye çok geniş bir hat boyunca, benzer hikayelerle kendini gösteriyor. Atlantik ötesinde de, Avrupa şehirlerinin steril sokaklarında da, Asya'da da aynı kırılmalar yaşanıyor. Peki neden?
Bilirsiniz, Batı toplumlarında yıllarca özgürlük, fırsat ve bireysellik masalları anlatıldı, durdu. Ama o masalların dipnotunda hep şu yazıyordu; kazananın alkışlandığı, kaybedenin unutulduğu bir dünya. Bugün kapitalizmin parlatılmış vitrinleri çatlarken, kırılgan çocuklar o cam kırıklarının arasında büyüyor. Çünkü, bu pazarlanan hayal, rekabet denen tanrının önünde sıralanmış çocuklarımızın karanlığı oldu..
Rekabetin kutsandığı, empatinin köreldiği, başarının fetişleştirildiği bir çağın çocukları artık birbirine düşüyor. Marka ayakkabının bile statü belirlediği, başarısızlığın sosyal ölümle eş tutulduğu bir düzende yaşıyorlar çünkü. İngiltere'de popülerlik piramitleri, Fransa'da ekonomik alaycılık, Almanya'da dijital çeteler... Hepsi kapitalizmin ayrı ayrı tuzakları. Çocuklar dünyaya gelmeden yarış pistine sürülüyor; nefes almayı öğrenmeden birbirlerini boğazlamayı öğreniyorlar. Çünkü, bugünün dünyasında çocuklar artık sadece çocuk değil; aynı zamanda bir performans makinesi, tüketici, sosyal medyanın küçük fenomen adayları... Dolayısı ile de kapitalist rekabet düzeninin, yetişkinlerin bile kaldıramadığı hızı, gözlerimizin önünde çocuklarımızı derinden sarsıyor. İşte tam bu noktada, kendimize bir soru sormamız gerekiyor, suçlu çocuklar mı yoksa içine doğdukları ekosistem mi? Öyle bir sistem ki, insanoğlunun biriktirdiği tüm değerleri alt üst etmiş durumda...
Bu sarsıntının neden olduğu akran zorbalığı da, bireysel şiddetten çok daha tehlikeli hale gelmiş durumda; çünkü bizim yarattığımız rekabetçi toplum ruhu adına işleniyor. ABD'de 5 çocuktan 1'i okulda düzenli zorbalığa maruz kalıyor. İngiltere'de 11–15 yaş arası öğrencilerin %38'i en az bir kez fiziki ya da psikolojik zorbalık rapor etti. Fransa'da "harcama zorbalığı" diye yeni bir kategori var: Markalı kıyafet giymeyen çocuklar, sınıf hiyerarşisinin en altına itilip alay konusu oluyor. Yani bugünün zorbalığı, artık sadece itme-kakma da değil; ekonomik, dijital, duygusal ve sosyal medya üzerinden yapılan çok katmanlı bir saldırı biçimine dönüşmüş durumda. Türkiye de aynı tarife dahil. Çocuğun duygusal yetilerini güçlendirecek mekanizmalar gerilerken, rekabet ve kaygı öne çıkıyor.
Uzmanlar, akran zorbalığının yükselişinin temel nedenlerini kabaca şöyle sıralıyorlar, ekonomik stresin aileden çocuğa bulaşması, sosyal medyanın sahte cesareti (mesela TikTok. Bu sosyal medya hesabı "eğlenmek için incitme" davranışına yol açıyor) ve okulların pedagojik yetersizliği. Bu pedagojik yetersizlikten en çok nabini alan ülkelerden biri de Türkiye. Öğretmen sayısı artarken rehberlik kapasitesi yerinde sayıyor; çoğu okulda zorbalık vakaları raporlanmıyor bile. Dahası, toplumsal dilin sertleşmesi de, çocuklara "kazanan haklıdır" mesajını veriyor.
ABD ve Avrupa ne yapıyor?
Dikkat edilirse Batı dünyası bu sorunla bizden çok önce yüzleşti ve hala kesin çözüm bulabilmiş değil. ABD, zorbalık nedeniyle intihar eden gençlerin ardından "Zero Tolerance" politikalarını başlattı ama sonuçlar tartışmalı. Norveç, zorbalığı engellemeyi okulların en büyük performans kriterine dönüştürdü. Finlandiya'nın KiVa modeli, zorbalığı yalnızca fail–mağdur ilişkisi değil, "seyirci etkisi" üzerinden de açıklıyor; yani pasif kalan kalabalığı da sorumlu tutuyor. Bu modellerin ortak bir dersi var: Zorbalık bir disiplin sorunu değil, toplumsal bir sağlık sorunu.
Ama bizim coğrafyamızdan baktığımızda, sizce de Batı'nın çözümleri oldukça makineleşmiş görünmüyor mu? Akla gelen soru şu: İnsan nerede?
Evet, Avrupa ve ABD, bu sorunu yıllardır görüyor ama çözüm diye anlattıkları şeyler bürokratik ritüellerden ibaret. Kamera koyuyorlar, rapor yazdırıyorlar, protokol oluşturuyorlar. Ama kimse şu soruyu sormuyor, bu çocukların duygu dünyasını kim onaracak? Tekraren söylemek gerekirse, Finlandiya'da KiVa modeli, Norveç'in sıkı denetimleri, ABD'nin "zero tolerance" cezaları vs hepsi iyi niyetli ama eksik. Çünkü sorun yalnızca okulda- sınıf içinde değil; sistemin yeni dayattığı kurallarında- ruhunda.
O halde, kapitalist hastalıkların yeni versiyonu akran zorbalığını, artık bir davranış bozukluğundan çok daha fazlası, bir belirti, bir uyarı, bir çan sesi olduğunu görmek gerekiyor. Şunu demek istiyorum, rekabet, iş birliğini öldürdüğünde, sosyal medya kimliği, gerçek kimliğin önüne geçtiğinde, tüketim kültürü dostluğu marka değerine bağladığında, aileler tükenmişlik sendromuyla baş başa kaldığında, zorbalık, çocukların ruhundan dışarı taşan bir çığlığa dönüşür.
Üstelik uzmanlara göre de, akran zorbalığı yalnızca kurbanı değil, toplumu da yaralıyor. Dedikleri şu: ''Yaşananlar, mağdur çocuklarda uzun süreli depresyon, kaygı ve kendine güvensizlik yaratırken, zorbalık yapan çocuklarda ileride suça eğilim, empati yoksunluğu ve anti-sosyal davranışlara neden oluyor. Seyirci kalan çocuklarda ise duyarsızlaşma ve normalleşen şiddet algısı oluşuyor. Bu üç grup birleştiğinde, ortaya empati yoksunu bir yetişkin nüfus çıkıyor. Yani geleceğin toplumu...''
Tekraren! Aynı ruh Türkiye'de de kol geziyor. Türkiye'de de kaygı çağının gölgeleri sınıflara düşüyor. Ödül-ceza mekanikleri, sınav odaklı yaşam, tüketim kültürü ve sosyal medya narsisizmi vs vs ... Ama en önemlisi de, zorbalığın aileler tarafından kabullenilmesi. Yani, çocuk bu, yapar, biz de büyürken yaşadık, bir şey olmaz... Bu cümlelerin her biri, şiddeti besleyen küçük bir tuğla. Avrupa'da da, ABD'de de bu tuğlalar yıllarca üst üste kondu, sonuç ortada: Yalnızlaşan çocuklar, nevrotik yetişkinler ve kırılgan toplumlar. İşte tüm bunlar aynı karanlığa çıktı: Empati yoksunu bir geleceğe.
Biz, aynı hatayı tekrarlamak zorunda değiliz. Uyanın millet!!! Çocuklarımızı kaybediyoruz... Bir ağacın kuruması kökten, bir toplumun çürümesi çocuklarını kaybetmesiyle başlar. Bugün Türkiye'de akran zorbalığının yükselişi yalnızca pedagojik sorun değil; sosyolojik bir çöküşünde işareti.
Peki Çözüm Nerede?
Sihirli bir reçete yok. Ama bazı doğru başlangıçlar var. Zorbalığın kökünü kurutmak için önce kabuğunu değil, kökünü görmek gerekiyor.
Uzmanlar şöyle diyor; bu sorunla başa çıkabilmek için okulların zorbalıkla mücadele birimleri güçlendirilmeli, ailelere duygusal okuryazarlık eğitimi verilmeli, sosyal medya şirketleri çocuk içeriklerinde daha sıkı denetlenmeli, öğretmenlerin rehberlik rolü genişletilmeli, çocuklara empati eğitimi! tıpkı bir ders gibi! verilmeli.
Çocuklarımızdan biz sorumluyuz. Zorbalığın gerçek panzehiri, çocuğu insan yerine koyan, duygusunu önemseyen, rekabeti kutsamayan bir toplum kültürüdür. Biz bu konuda çok şanslıyız. Çünkü Anadolu'nun kadim gelenekleri bunları zaten bize kodlamış durumda. Hatırlayalım yeter.. Aileyi, merhameti, paylaşmayı, saygıyı, hoşgörüyü ve asıl önemlisi utanmayı!.
Ve biz yetişkinler, kendi dilimizi, öfkemizi, kendi yaralı rekabetimizi iyileştiremedikçe çocuklarımıza yardım edemeyiz. Bugün çocukların ellerine bıraktığımız dünya bir kum torbası gibi parçalanıyor. Evet, bu enkazın altında kalacak olan biz değiliz; bizim yerimize geleceği taşıması gerekenler... Çocuklarımız...
Yazarın diğer yazıları
Kronik kabızlığı hafifletmenin sürpriz yolu: Kivi, maden suyu ve çavdar ekmeği
Bilim insanları beyin sağlığını korumada yeni yol buldu
Buzul depremlerinin gizli sinyalleri keşfedildi
Neredeyse 200 mıknatıs yutan 13 yaşındaki çocuk ölümden döndü