ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Beyaz Saray'a saldırının gölgesi: Mamdani'nin New York'u, Lakanwal'ın Kurşunları

Washington'da geçen akşam, Beyaz Saray'a birkaç adım mesafede, o bildik meydanda, kalabalığın arasından yükselen silah sesleri sadece iki ulusal muhafız askerini hedef almadı; Amerika'nın güvenlik duygusunu, göç politikalarını ve siyasi dengelerini de tam kalbinden vurdu. Henüz olayın ilk dakikalarında bile şunu anlamak mümkündü; bu sıradan bir saldırı vakası değil. Bu, dünyanın en korunaklı siyasi merkezlerinden birinin hemen yanı başında patlayan bir güvenlik tartışmasıydı. Çünkü, bu saldırı, toplum gözünde bir mit'i, devletin "dokunulmazlık" algısını da hedef almıştı.

Bilindiği üzere, Washington'da sıradsan bir sokak köşesi bile Amerikan devletinin vitrini sayılır. Dolayısı ile Beyaz Saray çevresine yapılan her saldırı, fiziksel sonucundan bağımsız olarak siyasi anlamda bir deprem etkisi yaratır. Dahası, bu vahim olay, ABD'nin dünyanın geri kalanına verdiği "güçlü kale" imajına da büyük zarar verdi. Eğer bir saldırgan Beyaz Saray'a birkaç dakika mesafede silah çekebiliyorsa, o zaman Amerika'nın "kale kapılarında" bir sorun var demektir.

Saldırganın kimliği

Failin adı Rahmanullah Lakanwal. Afganistan'dan 2021'de tahliye programıyla ABD'ye gelen bir göçmen. Bu bilgi, Amerika'daki politik tartışmanın tonunu bir anda sertleştirmeye yetti. Henüz kesin bir terör bağlantısı açıklanmasa da; saldırganın göçmen kökenli olması, güvenlik boşluğu ve radikalleşme başlıklarının yeniden açılacağını şimdiden garanti ediyor.

ABD basını ve siyasetin anında sertleşen dili

Olayın ardından Washington sokakları hızla kapatıldı; medya "Beyaz Saray'da kırmızı alarm" manşetleriyle yayınlara başladı. Trump ise dakikalar içinde açıklama yaparak, saldırıyı "terör eylemi" olarak nitelendirdi ve fail için "hayvan" ifadesini kullandı. Bilindiği üzere, ABD'de Trump'ın göçmen politikaları ile ilgili tartışmalar uzun zamandır ateşliydi; bu saldırı o ateşe benzin döktü.

Bugün ülkenin televizyonlarında ve gazetelerinde şu sorular dolaşıyor; Göçmen taramaları yeterince sıkı mı? Beyaz Saray'ın yanı başında nasıl böyle bir saldırı gerçekleşebildi? Ulusal güvenlik doktrini yeniden yazılmalı mı? Ve elbette, soruların her biri Amerika'nın toplumsal nabzını hızlandırıyor.

ABD, göçmeler ve tartışmanın yeni eşiği

Amerika, uzun zamandır göçmenlik konusunda keskin bir ikilem yaşıyordu. Küresel güç olmanın gereği olarak insani sorumluluk mu, ulusal güvenlik mi? Bu saldırı, ülkeyi bu ikilemin en çetin noktasına taşıdı ve göç tartışmasının yeni eşiğini oluşturdu.

Dolayısı ile, önümüzdeki haftalarda oldukça sert politik adımlar şaşırtıcı olmayacak. Analizcilere göre, mesela, sığınmacı kabulünde daha sert güvenlik taramaları, göçmen entegrasyon programlarının yeniden tasarlanması, federal güvenlik birimlerinin başkentte daha geniş yetkilerle konuşlandırılması, Afgan tahliye programlarına yönelik kongre soruşturmaları çok daha görünür olacak.

Gerçekten de, bazı senatörler şimdiden "11 Eylül sonrası güvenlik ruh haline geri dönmeliyiz" demeye başladı bile. Bu, Amerikan toplumunun her kesiminde hissedilecek tehlikeli bir psikolojik dönüşüm demek.

Tam bu noktada ben de bir soru sormuş olayım, bu olay Trump için siyasi kaldıraç olabilir mi?

Trump'ın ilk tepkisi, yaklaşan iç politika mücadeleleri için bir ön sinyal niteliğinde. Dolayısı ile Trump'tan "bu insanlar ülkemize alınmamalıydı" cümlesini önümüzdeki haftalarda sıkça duyacağız. Yani, bu saldırı, Trump'ın iç politikada "güçlü lider, güvenliği sağlayan başkan" imajını pekiştirmek için kullanabileceği bir malzemeye dönüşecektir.

Peki, bu saldırı 11 Eylül'le kıyaslanabilir mi?

Elbette ölçek ve etki bakımından aynı düzeyde olmasa da, psikolojik yansıması bakımından, bir "milat" olma potansiyeli taşıyor diyebiliriz. Çünkü şurası net, ABD toplumunun en kırılgan siniri 'güvenlik hissi' bir kez daha olumsuz tetiklendi. Ve Amerika'da güvenlik hissi kırıldığında, devlet politikaları değişir, yasalar sertleşir, basın dili keskinleşir, toplum kutuplaşır.

Öte yandan, burada ilginç bir durum daha var. 11 Eylül saldırılarının faili El Kaide'de Afganistan merkezliydi. Washington'daki son saldırıda şüpheli Afgan uyruklu Rahmanullah Lakanwal.

Peki, bu saldırıyı da, 11 Eylül gibi ABD kendisi yapmış olabilir mi? Ama durum, önce soruyu komplo teorisi üzerinden değil, daha sağlıklı soralım; iki saldırının da Afganistan ile tarihsel çizgisi tesadüf mü ? Dahası, ABD'nin Afganistan politikalarıyla ilişkisi ne, göçmenler neden sürekli güvenlik tartışmasının göbeğinde? Bu, gayet meşru ve gerekli bir sorgulama değil mi? Peki buradan şunu çıkarabilir miyiz; Afganistan dosyası ABD'nin peşini bırakmıyor...

Yani, 11 Eylül sonrası Afganistan'a müdahale, 20 yıllık işgal-savaş, çekilme kaosu, ardından ABD'ye taşınan on binlerce Afgan. Bugün Beyaz Saray'ın dibinde Afgan bir göçmenin saldırı yapması, bu uzun zincirin acı bir halkası gibi de okunabilir.

Toparlarsak, ABD bunu da içeriden tezgahlamış olabilir mi sorusu aklımıza gelsede, kurulabilecek en makul bağlantı şimdilik, ABD'nin Afganistan politikaları ve göçmen dosyasının, uzun vadeli ve karmaşık bir geri tepme zinciri üretiyor tespiti olabilir.

Peki bu saldırının, Mamdani'nin zaferi sonrası olması tesadüf mü, manidar mı?

Bu soruyu sormak çok yerinde olabilir, ama cevabı "siyasi anlamda evet, nedensel olarak hayır" gibi düşünmek daha sağlıklı. Tam bu noktada zaman çizelgesini bir netleştirelim: New York belediye başkanlığı seçimi: 4 Kasım 2025'te yapıldı; Zohran Mamdani kazandı (New York'un ilk Müslüman ve ilk Güney Asyalı belediye başkanı oldu). Beyaz Saray yakınındaki saldırı: 26 Kasım 2025'te, yani seçimden birkaç hafta sonra yaşandı. Olayların zamanlaması bu yüzden siyaseten malzeme olmaya çok elverişli. Dahası, New York'ta Müslüman bir belediye başkanının seçilmesi zaten ABD sağında ve İsrail yanlısı bazı çevrelerde haftalardır tartışma konusu. Kampanya sürecinde Mamdani'ye dönük açık İslamofobik saldırılar, 11 Eylül göndermeleri vs. zaten yaşanmıştı. Şimdi tam bu iklim sürerken, Beyaz Saray'a birkaç blok mesafede, Afgan kökenli bir göçmenin, ulusal muhafızlara ateş açması, aşırı sağ söylem açısından mükemmel bir paket. Paket içinde ise; "bakın, hem büyük şehirlerde Müslüman liderler başa geliyor, hem de başkentte Müslüman göçmenler asker vuruyor" minvalinden bir algı gizli.

Öte yandan, bu saldırı, Trump ve müttefikleri için de aynı büyük anlatıya oturtulabilir, "demokratların ve solun yumuşak göçmen politikaları ülkeyi tehlikeye atıyor. Radikal fikirler hem sandıkta, hem sokakta güçleniyor."

Hatırlarsanız, Mamdani'nin seçilmesi, hem ABD'de hem dünyada "Müslümanların demokratik temsili" açısından sembolik bir kazanım olarak sunulmuştu. Beyaz Saray saldırısının failinin de Müslüman ve göçmen kökenli olması, İslam karşıtı çevrelerin eline, Müslüman siyasiler + Müslüman göçmenler = güvenlik tehdidi" diye tehlikeli bir propaganda malzemesi verdi. Bu nedenle, saldırının manidar görülmesi kaçınılmaz. Dolayısıyla, olayların kronolojisi, siyaseten istismar edilmeye çok uygun, ama bilimsel, analitik düzeyde şu an doğrudan bir bağ var demek elbette mümkün değil.

Şimdi de şu soruyu soralım; Amerika'nın kurucu aklı- müesses nizamı, göçmenleri gerçekten kabul edebilir mi? Cevabı için, zaman çizelgesini tekrar başa saralım;

New York'ta sandıklar kapandı, tarihe geçen bir sonuç çıktı, Zohran Mamdani, Amerika'nın en büyük şehrinin ilk Müslüman ve Güney Asyalı belediye başkanı oldu. Üç hafta bile geçmeden, Washington'da Beyaz Saray'a birkaç blok mesafede, Afgan asıllı bir göçmen olan Rahmanullah Lakanwal'ın iki ulusal muhafız askerini hedef aldığı silahlı saldırı gündeme oturdu. Fail, 2021'de Biden döneminin Operation Allies Welcome programıyla ülkeye alınmış, 2025 Nisan'ında sığınma hakkı kazanmış bir isim.

Bir yanda, bir göçmen kökenli siyasetçinin sandıkla zirveye yürüyüşü, diğer yanda, göçmen kökenli bir failin Beyaz Saray'ın gölgesinde kurşuna sarılması. Soru şu, bu iki görüntüyü aynı ekrana koyan Amerika, kendi "kurucu siyasi aklı"yla çelişmeden yaşayabilir mi?

Mamdani'nin zaferi, sadece yerel bir yarış değildi; küresel manşetlere "tarihi dönüm noktası" diye geçti. Mamdani, genç seçmenlerin, kiralara ve hayat pahalılığına sıkışmış orta sınıfın desteğiyle iktidara yürüdü; kampanyası boyunca Filistin, sosyal adalet, ırkçılık, göçmen hakları gibi başlıklarda açık ve keskin bir dil kullandı. Bu profil, ABD'nin klasik "güvenlik devleti" refleksleriyle büyümüş kesimlerinde rahatsızlık yarattı. New York'un yeni belediye başkanı, Trumpçı sağın gözünde sadece "solcu" değil; aynı zamanda Müslüman, göçmen kökenli ve Filistin destekçisi. Yani kültürel kodlara göre "üçlü tehdit" oluşturdu.

Tam da bu tartışmalar sürerken Washington'da, Afgan uyruklu Lakanwal'ın Ulusal Muhafızlara yönelik saldırısı gerçekleşti. Saldırının ardından Trump, olayı "kötülük eylemi" ve "terör" olarak tanımladı; Biden döneminde alınan Afgan göçmenleri hedefe koyarak Afgan göçmen kabulünü askıya aldı, başkente ek 500 Ulusal Muhafız konuşlandırdı.

Dolayısı ile, siyasetin söylem düzeyinde bu iki gelişme hızla yan yana konacak. Şöyle ki,"bakın, büyük şehirde Müslüman bir belediye başkanınız var, başkentte ise Afgan bir göçmen askerlere ateş açıyor." Bu cümle, elbette rasyonel analizden çok propaganda kokuyor ama siyasi istismar açısından son derece kullanışlı.

Öte yandan da, Amerika kendisini iki cümleyle tarif ediyor, Nation of immigrants (göçmenler ülkesi) ve National security first (ulusal güvenlik her şeyden önce) Mamdani'nin yükselişi, birinci cümlenin, Lakanwal'ın saldırısı ise, ikincisinin içgüdülerini tetikliyor. Yani, New York seçimi, göçmen kökenli, Müslüman bir figürün demokratik meşruiyetle en yüksek yerel makamlardan birine çıkabildiğini gösteriyor, Washington'daki saldırı ise, aynı göçmen kategorisinin güvenlik tehdidi olarak kodlanabileceğini yeniden hatırlatıyor.

İşte bu ikili tablo, ABD'nin kurucu siyasi aklını açığa çıkaran turnusol kağıdı. Kurucu akıl, retorikte göçmeni "Amerikan rüyasının ortağı" olarak överken, devlet reflekslerinde göçmeni her zaman "kontrol edilmesi gereken potansiyel risk" olarak görme eğiliminde. Mamdani, birinci yüzün parlayan örneği, Lakanwal ise ikinci yüzün.

Burada soruyu doğrudan soralım, ABD'nin kurucu siyasi aklı, göçmenlerin siyasette bu kadar yükselmesini gerçekten içten içe kabul ediyor mu? Cevap, kısa ve rahatsız edici, kısmen evet ya da sınırlı ve şartlı bir evet. Neden? Çünkü ABD'nin kuruluş DNA'sı beyaz, Protestan ve Anglo-Sakson. 18. ve 19. yüzyılın Amerika'sında asli kurucu özne, Anglo-Sakson ve Protestan olan erkek mülk sahipleriydi. Katolik İrlandalılar, İtalyanlar, Doğu Avrupalı Yahudiler, Latinler, Asyalılar ve bugün de Müslümanlar hep "sonradan gelenler" olarak sisteme eklendi. Gerçi tarihsel sürece bakarsanız, her dalga önce tehdit ilan edildi, sonra yavaş yavaş sisteme entegre edildi. Bu kalıp bugün de çalışıyor.

Bugün göçmenler, evet, ekonomide, orduda, kültürel hayatta çok daha hızlı entegreler. Hatta kahraman asker, başarılı iş insanı, girişimci hikayesi olarak kutsanabiliyorlar. Fakat iş güç merkezlerine geldiğinde, özellikle güvenlik, dış politika ve simgesel yüksek makamlar konusunda kurucu aklın hala temkinli olduğunu görüyoruz. Mesela, başkan için hala "natural born citizen" şartı var. Yani doğuştan vatandaş olmayan hiç kimse, ABD başkanı olamıyor. Bu bile sembolik olarak "devletin tepesine kim gelebilir?" sorusuna kurucu aklın verdiği cevabı gösteriyor. Diğer makamlar bir şekilde açık, ama kültürel direncin sertliği, hukuki açıklığın önüne geçiyor. Dahası, göçmen bir siyasetçi her zaman "ılımlı eleştiri" hakkına sahip olsada, dış politika veya güvenlik dosyalarında ana çizgiye fazla ters düşerse "sadakat" tartışması hemen devreye giriyor. Mamdani'ye yönelik 11 Eylül göndermeleri, Filistin tavrı üzerinden "terör sempatisi" imaları, hep bu refleksin güncel örneği. Kısacası, ABD'nin kurucu aklı, göçmenin yükselmesine kısmen razı olsada, teslim olmuş değil. İzin verdiği alanı da, sermaye, güvenlik ve hegemonya dengelerine göre sürekli yeniden çiziyor.

Mamdani–Lakanwal ekseninde, bütün bunlara rağmen, Amerika değişebilir mi? Bu iki sahne, aynı ülkenin iki farklı hikayesi. Kurucu akıl, bu iki görüntüden hangisini merkeze alırsa, önümüzdeki yılların ABD'si de o yöne evrilecek. Ya "göçmen = ortak" fikrine cesurca yaklaşacak, ya da "göçmen = risk" denklemini sertleştirecek.

Uluslararası Yankılar

Görünen o ki, bu saldırının yansımaları yalnızca ABD ile sınırlı kalmayacak. Örneğin, Avrupa'da da güvenlik ve göç tartışmaları yeniden alevlenecek. Bu saldırı, sadece Washington'da değil; Berlin'de, Brüksel'de, Paris'te de siyasetçilerin ajandasına bir madde daha ekledi. Türkiye gibi milyonlarca göçmeni barındıran ülkeler de bundan nasibini alacak gibi.

Toparlarsak, Washington'da sıkılan o kurşunlar, belki yalnızca birkaç saniyelik bir olaydı; fakat ardında uzun yıllar tartışılacak sorular bıraktı. Amerika'nın göç politikası, güvenlik anlayışı, siyasi dengeleri ve toplumsal kırılganlıkları bir kez daha çıplak şekilde ortaya serildi. Ama, her ülke gibi Amerika da seçimini yapmak zorunda, ya bu saldırıyı demokratik değerleri koruyarak aşacak ya da korkunun gölgesinde yeniden sertleşecek ve küresel hegomonik güç olma algısını kendi eliyle yerle bir edecek. Biz, Türkiye'den izleyenler için ise bu olay, dünyanın neresinde olursa olsun güvenlik ve insanlık arasında ince bir çizginin olduğunu hatırlatan acı bir gerçek.


Yazarın diğer yazıları