ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Barut Fıçısı Üzerinde Dans

Sanırım, 21. yüzyılın en büyük çelişkilerinden biri, bilgi çağında cehaletle yönetilmek. Düşünsenize, güya, gözünü uzaya dikmiş İnsanlık, yeryüzünde kudurmuş köpek gibi birbirine mezar kazıyor. Nükleer tehdit, yapay zekâ destekli silahlar, biyolojik savaş riski, siber sabotajlar...

Ancak tüm bu risklerin tetikleyicisi ne teknoloji ne kaynak kıtlığı, ne de başka bir bahane. Bu kan- revanın, acı çığlıkların nedeni, gözünü kan bürümüş "liderler".

Bugün dünyanın birçok yerinde liderlik kavramı giderek daha narsistik, çatışmacı ve kısa vadeli çıkarlar etrafında şekilleniyor. Yine bugün savaşların çoğu, halkların değil; iktidarların hırsları, egoları ve korkuları yüzünden çıkıyor. Yani maalesef, halklara rağmen liderlerin şahsi ajandaları, tüm gezegenin kaderini rehin almak üzere.

Peki, halklar neden etkisiz?

Aslında belkide ilk kez, insanlık tarihinde "küresel halk bilinci" bu kadar geniş. Baksanıza sosyal medya, uluslararası sivil toplum ağları, barışçıl protestolar her kıtada ne kadar yaygın. Ancak ne kadar da etkisiz. Çünkü maalesef ki var olan sistemler, halkın iradesine göre değil, iktidarların stratejik çıkarlarına göre çalışıyor. Görünen şu ki "güç" askeri ve finansal hegemonyayı elinde tutanların elinde toplandı. Bu nedenle Filistin'de ölen çocuklar için sokağa çıkanlar seslerini yükseltebildiler ama insansız hava araçlarını durduramadılar. Ukrayna'da barış isteyenler miting yapabildi, ama cephane sevkiyatını durduramadılar. Dolayısı ile bu acınası durumun, halklarda kolektif bir çaresizlik yarattığı da ortada.

Tarihtede bu tür pek çok tehlikeli ve acı dolu süreçler yaşanmış.. Aydınlar, bu konuda tarihten günümüze şu uyarıları yapmışlar:

Noam Chomsky: "Savaşların nedeni genellikle çıkar değil, irrasyonel iktidar tutkusu ve propaganda makinesinin halkı aptallaştırmasıdır."

Yanis Varoufakis: "Kapitalizmin çöküşü otoriterliğe evrilirse, savaş kaçınılmaz olur. Sistem krizleri, demokratik çıkış yolları bulunamazsa şiddetle sonuçlanır."

Zygmunt Bauman: Modern toplumun likid hale gelmesiyle birlikte, etik ilkeler erozyona uğradı; insan hayatı değersizleşti.

Hannah Arendt:"Kötülük sıradanlaştığında, insanlar sistemin suç ortağına dönüşür. Sessizlik, suça iştiraktır."

Albert Camus: "İnsan, trajik bir varlıktır; yıkımla yüzleşir ama her seferinde yeniden başlar."

Ne dersiniz, İnsan Kendini Yok Etmeye mi Programlı?

Bu soruya felsefi bir bakışla yaklaşalım. İnsan, hem yaratıcı hem yıkıcı bir türdür. Akıl sahibi olduğu kadar, tutkularına da esirdir. Tarih, insanın hem Auschwitz'i hem de Paris Barış Konferansı'nı yaratabileceğini kanıtladı. Hem Hiroşima'yı bombalayan elleri hem de Cenevre Anlaşmaları'nı imzalayan parmakları var.

İnsan kendi sonunu yaratabilecek potansiyele sahiptir. Ancak bu programlı bir yok oluş değil; bilinç, yönelim ve değerler meselesidir. Yani evet, insan kendini yok edebilir ama aynı insan, kendini dönüştürüp kurtarabilir de.

Peki, o zaman şimdi soru şu: yeni başlangıç mümkün mü ?

Evet, mümkün. Ama bu bir "iyimserlik hissi" olarak değil; "ahlaki sorumlulukla beslenen gerçekçi umut" olarak değerlendirilirse... Şöyle ki; Tarihin her büyük krizinden sonra yeni bir uyanış doğmuş. Mesela, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Birleşmiş Milletler, Holokost'tan sonra insan hakları evrensel bildirgesi, soğuk savaş döneminde nükleer silah kontrol anlaşmaları ortaya çıktı.

Bugün de aynı dönemeçteyiz. Gidişat ürkütücü ama durdurulabilir. Bu da ancak üç şeyle olur:

1. Aydınlık bir liderlik: Cesur, etik, evrensel akla dayanan yeni nesil liderlerin yetişmesi.

2. Halkın direnci: Sessizlik değil, bilinçli ve kararlı bir toplumsal karşı duruş.

3. Yeni bir etik uygarlık sözleşmesi: Bireyin değerini, doğanın kutsallığını, savaşın yasaklığını merkeze alan yeni bir küresel paradigma.

Toparlarsak, sonuç olarak önümüzde iki yol var: ya uyanacağız ya da uçuruma yürüyeceğiz. Şunu artık herkes görüyordur; İnsanlık şu anda tarihi bir eşikte. Bu eşiğin adı kaos. İçinde savaşlar, lider kaprisleri, çöken düzenler, yükselen milliyetçilikler, çözümsüzlük içinde kıvranan halklar var. Ancak bu kaos, kolektif bir halklar bilinci sayesinde aynı zamanda bir doğum sancısı da olabilir. Ne dersiniz insanlık, tüm dünya halkları yeni bir medeniyet vizyonu kuracak kadar cesur olabilir mi?

Şair Rilke, "Gelecek içimizde sessizce yükselir" demişti. Belki de asıl devrim, barikatlarda değil, insanların kalbinde başlar. Çünkü en tehlikeli savaş, dışarıdaki değil; insanın içindeki umutsuzlukla olandır. Ve bu savaşı kazanmak, tarihin akışını değiştirebilir.

Not:

Bu yazı, savaşlara değil barışa davet edenlerin sesi olsun. İnsanlık, yok oluşun eşiğindeyken bile; yeniden doğabilir. Ama önce görmeli, sorgulamalı ve karar vermeli:

"Ya birlikte yaşayacağız, ya da birlikte yok olacağız." – Martin Luther King Jr.


Yazarın diğer yazıları