ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


İran-İsrail Savaşı: Görünmeyen cephe Çin-ABD

İran ve İsrail arasında tırmanan gerilim, bölgesel bir iç hesaplaşmadan çok daha fazlasını yansıtıyor. Yüzeyde din, güvenlik ve nükleer caydırıcılık başlıkları öne çıksa da, perde arkasında yeni bir 'küresel güç mimarisi' şekilleniyor. Dolayısı ile, bu gerilim, yalnızca Orta Doğu'nun geleceğini değil, aynı zamanda çok kutuplu dünya düzeninin ilk çatışmalı provası olma niteliğinde. Yeni Dünya Düzeni ne mi? Yani, tek kutupluluktan dengesiz çok kutupluluğa geçiş.

Şöyle devam edelim: Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD'nin liderliğindeki liberal uluslararası düzen, 2008 finans krizinden itibaren istikrarlı bir çözülme sürecine girdi. Çin'in yükselişi, Rusya'nın revizyonist hamleleri ve Batı'nın içe kapanan eğilimleri, mevcut "kurallara dayalı düzenin" fiilen aşındığını gösterdi. Bugün İran-İsrail çatışması, bu dönüşümün açık bir sahnesine dönüşmüş durumda.

Görünmeyen Cephe: Çin-ABD Rekabeti

Uzmanlar, her ne kadar doğrudan görünmese de, İran -İsrail çatışmasını, Çin- ABD arasında ki sistemsel bir rekabetin parçası olarak, yani vekalet çatışması olarak okuyor. Buna katılmamak mümkün değil. Çünkü, bilindiği üzere, İran, Çin'in "Kuşak- Yol" projesinde stratejik bir kavşak noktası.Ve Pekin muhteşem bir hamle ile, Tahran'la 25 yıllık kapsamlı stratejik anlaşma imzalayarak enerji arz güvenliğini uzun vadede garanti altına almıştı.

Çin'in bu hamlesine karşılık olarak da, ABD, İsrail üzerinden İran'ı çevreleme ve Çin'in Batı Asya derinliğini sınırlama stratejisini hızlandırdı. Asıl önemlisi, İsrail'in, ABD'nin askeri istihbari ve teknolojik kapasitesinin Orta Doğu'daki uzantısı olma rolünü güçlendirdi.

Öte yandan, bu gerilim, iki temel bloklaşmanın izlerini taşıyor. Birincisi; Atlantik Bloku. Bu blok, ABD, İngiltere, İsrail, AB'nin büyük bölümü ve Japonya'nın oluşturduğu Batı merkezli, bir güvenlik mimarisi çizgisinde birleşiyor. Diğer blok ise; Avrasya Ekseni. Bu eksen Çin, Rusya, İran ve kısmen Pakistan'ın oluşturduğu, Batı'ya alternatif sistematik çözümler arayan yapı. Ancak bu bloklar Soğuk Savaş'taki kadar net değil. Körfez ülkeleri, Türkiye, Brezilya gibi aktörler "dengeleyici devletler" olarak iki blok arasında esnek pozisyonlar alıyor. Bu durum da, bloklaşmanın daha akışkan, pragmatik ve ekonomik çıkar merkezli bir çerçevede ilerlediğini gösteriyor.

Savaşın küresel sonuçları

Şu ortada ki İran-İsrail savaşının sonu, bölgesel sınırların ötesinde, yeni olası durumlar ve etkilerini belirleyecek. Peki bunlar neler olabilir? Uzmanlar olası senaryoları şöyle sıralıyor:

- Savaş uzun süreli düşük yoğunluklu bir vekâlet çatışmasına dönüşür. Çin ve ABD'nin doğrudan karşı karşıya gelmediği, ama bölgesel aktörlerin sürekli gerilim altında tutulduğu bir model işler.

-Savaşın nükleer veya kitlesel yıkım boyutuna ulaşması, mevcut küresel sistemi çöküşe sürükler. Uluslarası kurumların, BM'nin işlevsizleştiği, uluslararası hukukun daha da zayıfladığı bir döneme girilir.

-Yeni güç dengesi kurulur ve denetimli barış oluşur. Bölgesel dengeler yeniden kurulur, Çin ve ABD arka kanaldan uzlaşır. Böylece, soğuk ama istikrarlı bir çok kutupluluğun başlangıcı start alır.

Yaşanan diplomatik satranç ve askeri gerçeklik

Çin, İran'a askeri olmayan ama kritik istihbarat desteği veriyor. Bu, ABD'nin dikkatini Pasifik'ten Ortadoğu'ya çekmesine neden oluyor. Öte yandan ABD, İsrail'e açık destek verirken, savaşın doğrudan parçası olmaktan da kaçınıyor. Rusya ise savaşı, Batı'nın odağını Ukrayna'dan saptırmak için, jeopolitik fırsat olarak okuyor. Dolayısı ile, İran'a siyasi destek verirken, İsrail'le doğrudan bir çatışmadan kaçınıyor.

İran-İsrail Savaşı ve Türkiye

Türkiye'nin jeopolitik konumu nedeni ile, Ortadoğu'daki her sıcak gelişme Türkiye'nin güvenlik, ekonomi ve iç politika dengelerini doğrudan etkiler. İran-İsrail savaşı da Türkiye'nin tam kalbinde yer aldığı bu "jeopolitik kırılganlık kuşağı"nda patlak verdi. Bu yüzden, Türkiye, savaşın etkilerine en açık ülkelerden biri konumunda. İran'la olan uzun kara sınırı ve tarihsel rekabeti, İsrail'le dönemsel işbirlikleri ve krizlerle şekillenmiş diplomatik geçmişi, Türkiye'yi, her zamankinden daha fazla dikkate itmiş durumda. Peki, bu durumda Türkiye'nin stratejik hesabı ne olur? Uzmanlar, Türkiye'nin stratejsini 3 katmanda değerlendiriyor ve şöyle diyorlar:

1-Güvenlik katmanı: Sınır güvenliği ve PKK parametresi

İran sınır hattında istikrarsızlık, PKK ve bağlantılı grupların yeniden hareketlenmesine yol açabilir. İran'daki etnik Kürt bölgelerinde oluşabilecek boşluk, Türkiye'nin sınır ötesi güvenliğini riske atar. (Bu durum, Türkiye'nin, bu sıcak gelişmeler ışığında Irak-Suriye-İran üçgeninde kalıcı güvenlik doktrinlerini yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılıyor.)

2- Enerji ve ticaret katmanı: Doğalgaz koridoru ve ihracat yolları

İran-Türkiye doğalgaz hattı, çatışmadan etkilenirse Türkiye'nin enerji arz güvenliği zarar görebilir. Aynı zamanda Körfez'den ve Orta Asya'dan gelen enerji ve ticaret rotalarında da güvenlik riski artar. (Türkiye, bu bağlamda, hali hazırda, alternatif hatları çeşitlendirme ve enerji diplomasi trafiğini hızlandırmış durumda)

3-Diplomatik katman: Dengeleyici güç misyonu

Türkiye, "dengeleyici güç" rolünü ustalıkla korumaya çalışıyor. Bu rol, Batı ile diplomatik köprüleri canlı tutmayı, Rusya-İran eksenine fazla yaklaşmamayı, Arap dünyasında taraf olmadan arabulucu pozisyonunu sürdürmeyi gerektiriyor.

Toparlarsak, Türkiye, Atlantik-Avrasya blokları arasında, bağımsız manevra alanı açma stratejisi izliyor. Bu, stratejiyi dış politikada "denge" olarak tanımlamak, Ankara'nın hamlelerini yeterince tarif etmez, çünkü Ankara "bağımsız jeopolitik pozisyon" şeklinde tanımlanması gereken yeni çerçeve çiziyor. Bu politika, ABD ile kontrollü ortaklık, Çin ile ihtiyatlı diyalog, Rusya ile fonksiyonel çıkar ortaklığı, İran ile güvenlik dengesi, İsrail ile süreçlere bağlı, seçici işbirliği formüllerini birlikte yürütmeye dayanıyor. Kısaca, Türkiye, yeni dünya düzeninin eşiğinde anahtar aktör.

Diğer yandan, İran-İsrail çatışması Türkiye için tehdit olduğu kadar stratejik fırsatlar da barındırıyor. Şöyle ki, Ankara'nın doğru dengeyi kurabilmesi, hem bölgesel barışta rol oynama hem de yeni dünya düzeninde önemli bir aktör olma iddiasını güçlendirir. Yani yeni dönemde Türkiye'nin rolü yalnızca askeri değil, aynı zamanda enerji, diplomasi ve insani güvenlik eksenlerinde son derece belirleyici olacaktır.

Ez cümle, İran-İsrail savaşı, yalnızca askeri değil, aynı zamanda sistemsel bir savaş ve bu savaş sadece savaş coğrafyasını değil, sistemin zihniyetini de değiştiriyor. Yani, Batı'nın güvenlik algısıyla, Doğu'nun yükselen stratejik idealleri arasındaki bu mücadele, klasik savaş paradigmalarının ötesine geçiyor. Bu yeni kritik, enerji yollarını, dijital altyapıyı, medeniyetler arası ilişkileri, uluslararası hukuk sisteminini kapsayan çok katmanlı stratejik 'bir yeniden kurulumu' işaret ediyor. Kimbilir, belki de yeni dünya düzeni kurulacak-kuruluyor derken, yeni düzen kurulmuş, eski düzenin çöküşü de çoktan gerçekleşmiştir bile...


Yazarın diğer yazıları