Eteklerdeki Taşlar
İnsan olan her yerde elbette mesele olur.
Meslekler değişir, unvanlar değişir, çağlar değişir ama insan kalır. Ve insanın olduğu yerde düzeni bozanlar da olur, emeği omuzlayanlar da. Dünden bugüne her meslekte aynı hikâye anlatılır aslında. İşini hakkıyla yapanlar vardır; görünmeden çalışanlar, sabırla üretenler, mesleğini ahlakla taşıyanlar... Bir de her zaman çıkan birkaç "çürük elma". Gürültü çıkarırlar, alan kaplarlar, çoğu zaman mesleğin tamamına gölge düşürürler. Oysa mesele hiçbir zaman meslek değildir; meselemiz hep insandır.
Medya da böyledir, sanat da... Hatta ve hatta belki en çok buralarda hissedilir. Çünkü görünürlük arttıkça, güç de cazip hâle gelir. Tekelcilik denilen şey, sadece sistemle ilgili değildir; insanın karakteriyle de ilgilidir. Dün vardı, bugün var, yarın da olacaktır. Kabul edelim bazılarımız üretmeyi değil, alan tutmayı sever.
Ama zaman bize hep aynı şeyi gösterir: İyi olan kalır. Bu hiç değilmez. Sessiz olan değil; sağlam olan.Gösterişli olan değil; tutarlı olan. Eeee görünende o .
Meslek ahlakı, yazılı bir metin değildir. Bir yerde imza atmazsınız, bir sertifikası yoktur. O, insanın kendiyle yaptığı bir anlaşmadır. "Ben bu işi nasıl yapacağım?" sorusuna verilen cevaptır. Kimi o cevabı vicdanla verir, kimi kısa yollarla.
Çürük elmalar elbette çıkar. Her zaman. Ama bütün sepeti onlara teslim etmek zorunda değiliz. İyilerle yürümek, iyilerle üretmek, iyilerle kalmak hâlâ mümkün. Belki daha zor, belki daha yavaş... Ama daha temiz.
Bu çağda iyi kalmak, neredeyse bir direniş biçimi. Ahlaklı olmak "naiflik" sayılıyor, mesafeli durmak "zayıflık" sanılıyor. Oysa asıl güç, işini kimliğine dönüştürmeden yapabilmekte. Mesleğini kullanmadan, mesleğine yakışır kalabilmekte.
Eteklerdeki taşlar belki hiç bitmeyecek. Ama neyi taşımayı seçtiğimiz, kimlerle yürüdüğümüz ve hangi yoldan gittiğimizde bizim elimizde.