ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Canlı yayında soykırım

"İsrail, canlı yayına soykırım yapan ilk ülke oldu."

Bu cümle, Uluslararası Adalet Divanı'nda açılan soykırım davasının ilk duruşmalarında, davacı Güney Afrika'yı temsil eden heyet tarafından söylendi.

Sonuna kadar da doğru.

İsrail ertesi gün kendi savunmasını yaptı.

Soykırım işlemediğini, sözde terörle mücadele ettiğini öne sürüyor.

Peki Gazze Şeridi'nden gelen o insanlık ayıbı, vicdanları sızlatan görüntüleri nereye koyacaksınız?

Sivillerin bombalar altında can vermesini, İsrail'in silaha çevirdiği açlıkla mücadele etmesini ne yapacaksınız?

Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, burada en önemli referans.

1948'de imzaya açıldı.

Koşa koşa imzalayan ilk ülkelerden biri kimdi dersiniz?

Tabii ki İsrail.

1949'da imzayı attı.

Çünkü Holokost mağduru bir halktı.

Naziler tarafından Avrupa'da soykırıma uğramışlardı.

Buraya kadar her şey normal.

Sonra İsrail "soykırım mağduru" olmayı siyaseten kendi tekeline aldı.

Filistinlilere onlarca yıldır yapılan zulüm karşısında kendisini eleştirenleri de hemen Yahudi karşıtı olmakla suçladı.

Ama kendi imzaladığı soykırım sözleşmesini kendisi ihlal ediyor.

Gelin tabloyu biraz daha netleştirelim.

Ne diyor o sözleşme, bir bakalım.

BM belgesine göre ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturuyor.

Gazze'de yaşananların buna uymadığını söylemek mümkün mü?

Biraz daha detaya girelim.

Sözleşmede bunlara örnek olarak bazı maddeler var.

Mesela "Gruba mensup olanların öldürülmesi."

İsrail Gazze'de bunu yapıyor mu?

Evet yapıyor.

İngiliz yardım kuruluş Oxfam'a göre Gazze Şeridi'nde günde ortalama 250 kişi katlediliyor.

Bu, 21. Yüzyıldaki tüm çatışma ortamlarında görülenden daha yüksek bir sayı.

Ya da "Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi."

Gazze'den gelen görüntüler zaten cevabını veriyor.

Bir başka madde "Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek"

İmha edilen 69 bin hane, yok edilen altyapı, 2 milyon insanın küçücük bir bölgeye sıkıştırılması ve oranın da bombalanması, insani yardımların kasten çok kısıtlı tutulması yeterli olsa gerek.

Bir diğer madde, "Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak."

Haliyle akıllara kuvözlerde ölüme terk edilen bebekler, hastane bombardımanlarında katledilen hamile kadınlar geliyor.

"Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek" de bir diğer madde.

İsrail hapishanelerine tıkılan binlerce kişi arasında ne kadar çok çocuk olduğunu malum.

Ayrıca bireysel de olsa, Gazze'den bazı bebeklerin İsrail'e kaçırıldığı haberlerini muhakkak okumuşsunuzdur.

İsrail tüm bunlara rağmen soykırım işlemediğini nasıl savunabiliyor, doğrusu hayret edilecek şey.

KABUS SENARYOSUNA BİR ADIM DAHA

Aylardır İsrail'in Gazze'deki katliamlarının bölgesel savaşa dönüşme riski konuşuluyordu.

Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de İsrail ve onu destekleyen ABD'ye yönelen öfke, zaten ince bir denge üzerinde yaşayan bölgeyi iyice barut fıçısına çevirmişti.

Bu geniş coğrafyanın her yanında başlayabilecek bir savaşsa tam bir kâbus senaryosu.

Cuma gününün ilk saatlerinde bölgeyi bu kâbus senaryosuna bir adım daha yaklaştıran çok tehlikeli bir gelişme yaşandı.

ABD ve İngiltere diğer bazı ülkeleri de yanına alarak, Yemen'deki Husilere ait noktaları vurdu.

Husiler, İran destekli bir milis gücü ve 2015'teki iç savaştan beri Yemen'in önemli bir kısmını ellerinde tutuyorlar.

Kızıldeniz'den geçen ve İsrail bağlantılı olduğunu öne sürdükleri gemilere saldırılar düzenliyorlar.

Bu saldırılar küresel deniz ticaretini ciddi şekilde aksatmaya başladı.

ABD ve İngiltere'nin Yemen karasında Husilere doğrudan füze yağdırmasının sebebi bu. ...


Yazarın diğer yazıları