İsrail köşeye sıkışıyor
"Suriye'nin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden her türlü girişimin karşısında olmayı sürdüreceğiz."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu sözleri Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısı için ziyaret ettiği Çin'de söyledi.
Dönüşte uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada da mesajı açıktı.
"Suriye'de kaos çıkarmak isteyenler çok ama çok fazla. Bunların kim oldukları malumdur. Onun için biz Suriye'yi yalnız bırakmayacağız. Kürtler nerede yaşarsa yaşasın bizim kardeşimizdir. Kimse bizim ebedi kardeşliğimize pusu kuramaz" dedi.
Malazgirt'teki konuşmasında da "Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz" diye uyarmıştı.
Erdoğan'ın kılıç uyarısının mesajı sadece PKK/YPG ve belkemiğini oluşturduğu SDG'ye yönelik değildi.
Bir adresi de İsrail'di.
Örgüte "Yönünü Tel Aviv'e dönersen kaybedersin" mesajı göndermişti.
Sözün özü, Ankara İsrail'in Suriye sahasında hem güneyde, hem kuzeyde oynadığı tüm oyunların farkında.
Ve bunlara pabuç bırakmaya hiç niyeti yok.
Bu girişimlere verilecek en güzel iki cevabınsa ne olduğu açık.
Biri, içerideki terörsüz Türkiye sürecini nihayete erdirmek.
İkincisi, Suriye'nin toprak bütünlüğü çerçevesinde PKK/YPG ve belkemiğini oluşturduğu SDG meselesinin çözülmesine katkıda bulunmak.
Öncelikle masada, gerekirse sahada...
Askeri operasyona destek vermek de dâhil tüm ihtimaller göz önünde tutuluyor.
Hem Ankara'nın, hem Şam'ın birincil hedefiyse bu meseleyi sulh yoluyla halletmek.
Tom Barrack üzerinden, ABD'nin örgüte "çatışmasız çözüm" baskısı sürüyor.
Burada ortaya atılan ara formül, federasyon değil ama ona yakın bir yapı kurmak.
Yani Suriye üniter devlet olarak kalacak ama SDG daha geniş bir yerel yönetim yapısına sahip olacak.
Taraflar Şam'da yeniden masaya oturdu.
Makul bir çözüm bulunup bulunmayacağını görecek.
ABD YPG ve SDG'yi PKK terör örgütünden ayrı tutmaya gayret etse de, durumun aslında böyle olmadığının herkes farkında.
O nedenle İmralı'da hapis yatan teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın tutumu hala örgüt üzerinde önemli bir baskı unsuru.
Abdullah Öcalan'ın Erbil'deki konferansa gönderdiği mesaj bu bakımdan önemliydi.
"Bu sefer de, barış imkânını 'zor yakaladık', ama sonuca vardırma konusunda tüm gücümüzle ve hassasiyetle çaba harcıyoruz. Türkiye'deki bu süreç başarıya ulaşırsa bütün Ortadoğu'nun kaderi değişecek" dedi.
"Benim tercihim, Kürtlerin, kendilerine demokratik toplum merkezli ilişki imkânı veren devletlerle bütünleşme ve dayanışma içinde olmaları yönündedir." İfadesi ise başka bir ülkeyi de işaret ediyordu.
Abdullah Öcalan mealen "tek Suriye" diyordu.
Terör örgütünün hem Türkiye, hem Suriye'de tam anlamıyla tasfiye edilmesi, örgütle mücadeleye harcanan kaynakların da yatırıma, gelişmeye, refaha harcanması anlamına gelecek.
Bundan Suriye'de toplumun tüm kesimleri olduğu gibi, SDG zihniyeti de faydalanacak.
Bu da İsrail'in provokasyonlarına verilecek en güzel cevap olacak.
İsrail'le mücadele elbette tek bir alanda yürümüyor.
Filistin ve özellikle Gazze konusunda hala dünya net bir adım atabilmiş değil.
Suriye'de İsrail'in arzularına aykırı bir tutum takınan Trump yönetimi, Filistin meselesinde ise halen onların en büyük destekçisi.
Öyle ki, BM Genel Kurulu sırasında bazı Avrupalı ülkeler Filistin Devleti'ni tanıdıklarını ilan etmeye hazırlanırken, ABD Filistin hükümetine vize vermeyi reddetti.
Bu nedenle Filistinli yöneticiler New York'a gidip Genel Kurul'a katılamayacak.
Bunun İsrail'in arzusuyla gerçekleştiğinden farklı bir düşünceye kapılmak saflık olur.
Ama Filistin hükümeti orada olmasa da sesleri duyulacak.
İsrail'in buna engel olma imkânı yok.
Hele ki söylem ve etki gücünü iyice yitirmeye başlamışken.
Gazze'ye yol alan Sumud filosu, bunun en güzel örneklerinden biri.
Onlarca tekneyle, binlerce kişi Gazze kıyılarına gidiyor.
Dünyaya buradaki zulmü duyurmak, İsrail'in acımasızlığını daha güçlü şekilde gündemde tutmak için yol alıyorlar.
İsrail muhtemelen bu filoyu engellemeye çalışacak.
Herhangi bir şekilde bunu yapsalar da yapmasalar da bu filo İsrail'in zaten dibe çöken itibarını daha da sarsacak.
Dünyanın gözünde soykırımcı, katil bir yönetim olan Netanyahu hükümeti, her gün biraz daha dibe batıyor.
Bunu en son dile getiren ABD Başkanı Donald Trump oldu.
O da İsrail'in bu saldırıları artık durdurması gerekeceğini söyledi.
İsrail lobisinin ABD Kongresi'nde bile eski gücünden çok geride olduğunu söyledi.
Bunların hepsi önemli işaretler.
Ve İsrail'in adım adım köşeye sıkıştığını gösteriyor.
Tabii burada Trump'ın "savaşı bitirmek"ten kastının "İsrail ve ABD'nin istediği şekilde bitirmek" olduğunu unutmamak gerek.
İşte buna müsaade edilmez, bu mesele hakkaniyetle iki devletli çözüm vizyonuna uygun olarak kalıcı şekilde çözülebilirse, o zaman her şey çok farklı olabilir.
Aksi halde İsrail köşeye sıkıştıkça daha da saldırganlaşabilir.
Her şeyi değiştirecek olan, buna müsaade etmemek...
Umarım bu yılki BM Genel Kurulu bir kırılma noktası olur."Suriye'nin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden her türlü girişimin karşısında olmayı sürdüreceğiz."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu sözleri Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısı için ziyaret ettiği Çin'de söyledi.
Dönüşte uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada da mesajı açıktı.
"Suriye'de kaos çıkarmak isteyenler çok ama çok fazla. Bunların kim oldukları malumdur. Onun için biz Suriye'yi yalnız bırakmayacağız. Kürtler nerede yaşarsa yaşasın bizim kardeşimizdir. Kimse bizim ebedi kardeşliğimize pusu kuramaz" dedi.
Malazgirt'teki konuşmasında da "Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz" diye uyarmıştı.
Erdoğan'ın kılıç uyarısının mesajı sadece PKK/YPG ve belkemiğini oluşturduğu SDG'ye yönelik değildi.
Bir adresi de İsrail'di.
Örgüte "Yönünü Tel Aviv'e dönersen kaybedersin" mesajı göndermişti.
Sözün özü, Ankara İsrail'in Suriye sahasında hem güneyde, hem kuzeyde oynadığı tüm oyunların farkında.
Ve bunlara pabuç bırakmaya hiç niyeti yok.
Bu girişimlere verilecek en güzel iki cevabınsa ne olduğu açık.
Biri, içerideki terörsüz Türkiye sürecini nihayete erdirmek.
İkincisi, Suriye'nin toprak bütünlüğü çerçevesinde PKK/YPG ve belkemiğini oluşturduğu SDG meselesinin çözülmesine katkıda bulunmak.
Öncelikle masada, gerekirse sahada...
Askeri operasyona destek vermek de dâhil tüm ihtimaller göz önünde tutuluyor.
Hem Ankara'nın, hem Şam'ın birincil hedefiyse bu meseleyi sulh yoluyla halletmek.
Tom Barrack üzerinden, ABD'nin örgüte "çatışmasız çözüm" baskısı sürüyor.
Burada ortaya atılan ara formül, federasyon değil ama ona yakın bir yapı kurmak.
Yani Suriye üniter devlet olarak kalacak ama SDG daha geniş bir yerel yönetim yapısına sahip olacak.
Taraflar Şam'da yeniden masaya oturdu.
Makul bir çözüm bulunup bulunmayacağını görecek.
ABD YPG ve SDG'yi PKK terör örgütünden ayrı tutmaya gayret etse de, durumun aslında böyle olmadığının herkes farkında.
O nedenle İmralı'da hapis yatan teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın tutumu hala örgüt üzerinde önemli bir baskı unsuru.
Abdullah Öcalan'ın Erbil'deki konferansa gönderdiği mesaj bu bakımdan önemliydi.
"Bu sefer de, barış imkânını 'zor yakaladık', ama sonuca vardırma konusunda tüm gücümüzle ve hassasiyetle çaba harcıyoruz. Türkiye'deki bu süreç başarıya ulaşırsa bütün Ortadoğu'nun kaderi değişecek" dedi.
"Benim tercihim, Kürtlerin, kendilerine demokratik toplum merkezli ilişki imkânı veren devletlerle bütünleşme ve dayanışma içinde olmaları yönündedir." İfadesi ise başka bir ülkeyi de işaret ediyordu.
Abdullah Öcalan mealen "tek Suriye" diyordu.
Terör örgütünün hem Türkiye, hem Suriye'de tam anlamıyla tasfiye edilmesi, örgütle mücadeleye harcanan kaynakların da yatırıma, gelişmeye, refaha harcanması anlamına gelecek.
Bundan Suriye'de toplumun tüm kesimleri olduğu gibi, SDG zihniyeti de faydalanacak.
Bu da İsrail'in provokasyonlarına verilecek en güzel cevap olacak.
İsrail'le mücadele elbette tek bir alanda yürümüyor.
Filistin ve özellikle Gazze konusunda hala dünya net bir adım atabilmiş değil.
Suriye'de İsrail'in arzularına aykırı bir tutum takınan Trump yönetimi, Filistin meselesinde ise halen onların en büyük destekçisi.
Öyle ki, BM Genel Kurulu sırasında bazı Avrupalı ülkeler Filistin Devleti'ni tanıdıklarını ilan etmeye hazırlanırken, ABD Filistin hükümetine vize vermeyi reddetti.
Bu nedenle Filistinli yöneticiler New York'a gidip Genel Kurul'a katılamayacak.
Bunun İsrail'in arzusuyla gerçekleştiğinden farklı bir düşünceye kapılmak saflık olur.
Ama Filistin hükümeti orada olmasa da sesleri duyulacak.
İsrail'in buna engel olma imkânı yok.
Hele ki söylem ve etki gücünü iyice yitirmeye başlamışken.
Gazze'ye yol alan Sumud filosu, bunun en güzel örneklerinden biri.
Onlarca tekneyle, binlerce kişi Gazze kıyılarına gidiyor.
Dünyaya buradaki zulmü duyurmak, İsrail'in acımasızlığını daha güçlü şekilde gündemde tutmak için yol alıyorlar.
İsrail muhtemelen bu filoyu engellemeye çalışacak.
Herhangi bir şekilde bunu yapsalar da yapmasalar da bu filo İsrail'in zaten dibe çöken itibarını daha da sarsacak.
Dünyanın gözünde soykırımcı, katil bir yönetim olan Netanyahu hükümeti, her gün biraz daha dibe batıyor.
Bunu en son dile getiren ABD Başkanı Donald Trump oldu.
O da İsrail'in bu saldırıları artık durdurması gerekeceğini söyledi.
İsrail lobisinin ABD Kongresi'nde bile eski gücünden çok geride olduğunu söyledi.
Bunların hepsi önemli işaretler.
Ve İsrail'in adım adım köşeye sıkıştığını gösteriyor.
Tabii burada Trump'ın "savaşı bitirmek"ten kastının "İsrail ve ABD'nin istediği şekilde bitirmek" olduğunu unutmamak gerek.
İşte buna müsaade edilmez, bu mesele hakkaniyetle iki devletli çözüm vizyonuna uygun olarak kalıcı şekilde çözülebilirse, o zaman her şey çok farklı olabilir.
Aksi halde İsrail köşeye sıkıştıkça daha da saldırganlaşabilir.
Her şeyi değiştirecek olan, buna müsaade etmemek...
Umarım bu yılki BM Genel Kurulu bir kırılma noktası olur.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu sözleri Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısı için ziyaret ettiği Çin'de söyledi.
Dönüşte uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada da mesajı açıktı.
"Suriye'de kaos çıkarmak isteyenler çok ama çok fazla. Bunların kim oldukları malumdur. Onun için biz Suriye'yi yalnız bırakmayacağız. Kürtler nerede yaşarsa yaşasın bizim kardeşimizdir. Kimse bizim ebedi kardeşliğimize pusu kuramaz" dedi.
Malazgirt'teki konuşmasında da "Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz" diye uyarmıştı.
Erdoğan'ın kılıç uyarısının mesajı sadece PKK/YPG ve belkemiğini oluşturduğu SDG'ye yönelik değildi.
Bir adresi de İsrail'di.
Örgüte "Yönünü Tel Aviv'e dönersen kaybedersin" mesajı göndermişti.
Sözün özü, Ankara İsrail'in Suriye sahasında hem güneyde, hem kuzeyde oynadığı tüm oyunların farkında.
Ve bunlara pabuç bırakmaya hiç niyeti yok.
Bu girişimlere verilecek en güzel iki cevabınsa ne olduğu açık.
Biri, içerideki terörsüz Türkiye sürecini nihayete erdirmek.
İkincisi, Suriye'nin toprak bütünlüğü çerçevesinde PKK/YPG ve belkemiğini oluşturduğu SDG meselesinin çözülmesine katkıda bulunmak.
Öncelikle masada, gerekirse sahada...
Askeri operasyona destek vermek de dâhil tüm ihtimaller göz önünde tutuluyor.
Hem Ankara'nın, hem Şam'ın birincil hedefiyse bu meseleyi sulh yoluyla halletmek.
Tom Barrack üzerinden, ABD'nin örgüte "çatışmasız çözüm" baskısı sürüyor.
Burada ortaya atılan ara formül, federasyon değil ama ona yakın bir yapı kurmak.
Yani Suriye üniter devlet olarak kalacak ama SDG daha geniş bir yerel yönetim yapısına sahip olacak.
Taraflar Şam'da yeniden masaya oturdu.
Makul bir çözüm bulunup bulunmayacağını görecek.
ABD YPG ve SDG'yi PKK terör örgütünden ayrı tutmaya gayret etse de, durumun aslında böyle olmadığının herkes farkında.
O nedenle İmralı'da hapis yatan teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın tutumu hala örgüt üzerinde önemli bir baskı unsuru.
Abdullah Öcalan'ın Erbil'deki konferansa gönderdiği mesaj bu bakımdan önemliydi.
"Bu sefer de, barış imkânını 'zor yakaladık', ama sonuca vardırma konusunda tüm gücümüzle ve hassasiyetle çaba harcıyoruz. Türkiye'deki bu süreç başarıya ulaşırsa bütün Ortadoğu'nun kaderi değişecek" dedi.
"Benim tercihim, Kürtlerin, kendilerine demokratik toplum merkezli ilişki imkânı veren devletlerle bütünleşme ve dayanışma içinde olmaları yönündedir." İfadesi ise başka bir ülkeyi de işaret ediyordu.
Abdullah Öcalan mealen "tek Suriye" diyordu.
Terör örgütünün hem Türkiye, hem Suriye'de tam anlamıyla tasfiye edilmesi, örgütle mücadeleye harcanan kaynakların da yatırıma, gelişmeye, refaha harcanması anlamına gelecek.
Bundan Suriye'de toplumun tüm kesimleri olduğu gibi, SDG zihniyeti de faydalanacak.
Bu da İsrail'in provokasyonlarına verilecek en güzel cevap olacak.
İsrail'le mücadele elbette tek bir alanda yürümüyor.
Filistin ve özellikle Gazze konusunda hala dünya net bir adım atabilmiş değil.
Suriye'de İsrail'in arzularına aykırı bir tutum takınan Trump yönetimi, Filistin meselesinde ise halen onların en büyük destekçisi.
Öyle ki, BM Genel Kurulu sırasında bazı Avrupalı ülkeler Filistin Devleti'ni tanıdıklarını ilan etmeye hazırlanırken, ABD Filistin hükümetine vize vermeyi reddetti.
Bu nedenle Filistinli yöneticiler New York'a gidip Genel Kurul'a katılamayacak.
Bunun İsrail'in arzusuyla gerçekleştiğinden farklı bir düşünceye kapılmak saflık olur.
Ama Filistin hükümeti orada olmasa da sesleri duyulacak.
İsrail'in buna engel olma imkânı yok.
Hele ki söylem ve etki gücünü iyice yitirmeye başlamışken.
Gazze'ye yol alan Sumud filosu, bunun en güzel örneklerinden biri.
Onlarca tekneyle, binlerce kişi Gazze kıyılarına gidiyor.
Dünyaya buradaki zulmü duyurmak, İsrail'in acımasızlığını daha güçlü şekilde gündemde tutmak için yol alıyorlar.
İsrail muhtemelen bu filoyu engellemeye çalışacak.
Herhangi bir şekilde bunu yapsalar da yapmasalar da bu filo İsrail'in zaten dibe çöken itibarını daha da sarsacak.
Dünyanın gözünde soykırımcı, katil bir yönetim olan Netanyahu hükümeti, her gün biraz daha dibe batıyor.
Bunu en son dile getiren ABD Başkanı Donald Trump oldu.
O da İsrail'in bu saldırıları artık durdurması gerekeceğini söyledi.
İsrail lobisinin ABD Kongresi'nde bile eski gücünden çok geride olduğunu söyledi.
Bunların hepsi önemli işaretler.
Ve İsrail'in adım adım köşeye sıkıştığını gösteriyor.
Tabii burada Trump'ın "savaşı bitirmek"ten kastının "İsrail ve ABD'nin istediği şekilde bitirmek" olduğunu unutmamak gerek.
İşte buna müsaade edilmez, bu mesele hakkaniyetle iki devletli çözüm vizyonuna uygun olarak kalıcı şekilde çözülebilirse, o zaman her şey çok farklı olabilir.
Aksi halde İsrail köşeye sıkıştıkça daha da saldırganlaşabilir.
Her şeyi değiştirecek olan, buna müsaade etmemek...
Umarım bu yılki BM Genel Kurulu bir kırılma noktası olur."Suriye'nin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden her türlü girişimin karşısında olmayı sürdüreceğiz."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu sözleri Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısı için ziyaret ettiği Çin'de söyledi.
Dönüşte uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada da mesajı açıktı.
"Suriye'de kaos çıkarmak isteyenler çok ama çok fazla. Bunların kim oldukları malumdur. Onun için biz Suriye'yi yalnız bırakmayacağız. Kürtler nerede yaşarsa yaşasın bizim kardeşimizdir. Kimse bizim ebedi kardeşliğimize pusu kuramaz" dedi.
Malazgirt'teki konuşmasında da "Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz" diye uyarmıştı.
Erdoğan'ın kılıç uyarısının mesajı sadece PKK/YPG ve belkemiğini oluşturduğu SDG'ye yönelik değildi.
Bir adresi de İsrail'di.
Örgüte "Yönünü Tel Aviv'e dönersen kaybedersin" mesajı göndermişti.
Sözün özü, Ankara İsrail'in Suriye sahasında hem güneyde, hem kuzeyde oynadığı tüm oyunların farkında.
Ve bunlara pabuç bırakmaya hiç niyeti yok.
Bu girişimlere verilecek en güzel iki cevabınsa ne olduğu açık.
Biri, içerideki terörsüz Türkiye sürecini nihayete erdirmek.
İkincisi, Suriye'nin toprak bütünlüğü çerçevesinde PKK/YPG ve belkemiğini oluşturduğu SDG meselesinin çözülmesine katkıda bulunmak.
Öncelikle masada, gerekirse sahada...
Askeri operasyona destek vermek de dâhil tüm ihtimaller göz önünde tutuluyor.
Hem Ankara'nın, hem Şam'ın birincil hedefiyse bu meseleyi sulh yoluyla halletmek.
Tom Barrack üzerinden, ABD'nin örgüte "çatışmasız çözüm" baskısı sürüyor.
Burada ortaya atılan ara formül, federasyon değil ama ona yakın bir yapı kurmak.
Yani Suriye üniter devlet olarak kalacak ama SDG daha geniş bir yerel yönetim yapısına sahip olacak.
Taraflar Şam'da yeniden masaya oturdu.
Makul bir çözüm bulunup bulunmayacağını görecek.
ABD YPG ve SDG'yi PKK terör örgütünden ayrı tutmaya gayret etse de, durumun aslında böyle olmadığının herkes farkında.
O nedenle İmralı'da hapis yatan teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın tutumu hala örgüt üzerinde önemli bir baskı unsuru.
Abdullah Öcalan'ın Erbil'deki konferansa gönderdiği mesaj bu bakımdan önemliydi.
"Bu sefer de, barış imkânını 'zor yakaladık', ama sonuca vardırma konusunda tüm gücümüzle ve hassasiyetle çaba harcıyoruz. Türkiye'deki bu süreç başarıya ulaşırsa bütün Ortadoğu'nun kaderi değişecek" dedi.
"Benim tercihim, Kürtlerin, kendilerine demokratik toplum merkezli ilişki imkânı veren devletlerle bütünleşme ve dayanışma içinde olmaları yönündedir." İfadesi ise başka bir ülkeyi de işaret ediyordu.
Abdullah Öcalan mealen "tek Suriye" diyordu.
Terör örgütünün hem Türkiye, hem Suriye'de tam anlamıyla tasfiye edilmesi, örgütle mücadeleye harcanan kaynakların da yatırıma, gelişmeye, refaha harcanması anlamına gelecek.
Bundan Suriye'de toplumun tüm kesimleri olduğu gibi, SDG zihniyeti de faydalanacak.
Bu da İsrail'in provokasyonlarına verilecek en güzel cevap olacak.
İsrail'le mücadele elbette tek bir alanda yürümüyor.
Filistin ve özellikle Gazze konusunda hala dünya net bir adım atabilmiş değil.
Suriye'de İsrail'in arzularına aykırı bir tutum takınan Trump yönetimi, Filistin meselesinde ise halen onların en büyük destekçisi.
Öyle ki, BM Genel Kurulu sırasında bazı Avrupalı ülkeler Filistin Devleti'ni tanıdıklarını ilan etmeye hazırlanırken, ABD Filistin hükümetine vize vermeyi reddetti.
Bu nedenle Filistinli yöneticiler New York'a gidip Genel Kurul'a katılamayacak.
Bunun İsrail'in arzusuyla gerçekleştiğinden farklı bir düşünceye kapılmak saflık olur.
Ama Filistin hükümeti orada olmasa da sesleri duyulacak.
İsrail'in buna engel olma imkânı yok.
Hele ki söylem ve etki gücünü iyice yitirmeye başlamışken.
Gazze'ye yol alan Sumud filosu, bunun en güzel örneklerinden biri.
Onlarca tekneyle, binlerce kişi Gazze kıyılarına gidiyor.
Dünyaya buradaki zulmü duyurmak, İsrail'in acımasızlığını daha güçlü şekilde gündemde tutmak için yol alıyorlar.
İsrail muhtemelen bu filoyu engellemeye çalışacak.
Herhangi bir şekilde bunu yapsalar da yapmasalar da bu filo İsrail'in zaten dibe çöken itibarını daha da sarsacak.
Dünyanın gözünde soykırımcı, katil bir yönetim olan Netanyahu hükümeti, her gün biraz daha dibe batıyor.
Bunu en son dile getiren ABD Başkanı Donald Trump oldu.
O da İsrail'in bu saldırıları artık durdurması gerekeceğini söyledi.
İsrail lobisinin ABD Kongresi'nde bile eski gücünden çok geride olduğunu söyledi.
Bunların hepsi önemli işaretler.
Ve İsrail'in adım adım köşeye sıkıştığını gösteriyor.
Tabii burada Trump'ın "savaşı bitirmek"ten kastının "İsrail ve ABD'nin istediği şekilde bitirmek" olduğunu unutmamak gerek.
İşte buna müsaade edilmez, bu mesele hakkaniyetle iki devletli çözüm vizyonuna uygun olarak kalıcı şekilde çözülebilirse, o zaman her şey çok farklı olabilir.
Aksi halde İsrail köşeye sıkıştıkça daha da saldırganlaşabilir.
Her şeyi değiştirecek olan, buna müsaade etmemek...
Umarım bu yılki BM Genel Kurulu bir kırılma noktası olur.