ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Nereden nereye

Bu yıl BM Güvenlik Konseyi İsrail'in daha da yalnızlaştığı bir uluslararası ortama sahne oluyor.

Gazze'de neredeyse iki yıldır süren ve soykırıma dönüşen katliamlara artık dünya sessiz değil.

Dünyayı daha da endişelendirense, İsrail'in artık iki devletli çözüme toptan karşı çıkan tavrı.

Netanyahu yüksek sesle bir "Filistin Devleti olmayacak" diyor.

Hala ABD'den aldığı koşulsuz desteğe güvenliği açık.

Ama ABD dışındaki İsrail'e destek veren ülkeler de artık Tel Aviv'in canını sıkıyor.

İngiltere, Avustralya, Kanada, Portekiz, Fransa, Monako, Lüksemburg, Belçika, Andorra ve Malta...

Sadece iki gün içinde Filistin Devleti'ni tanıdılar.

Yaser Arafat'ın 1988'deki bağımsızlık ilanından sonra, ilk kez bu kadar çok ülke Filistin'i eşgüdüm halinde tanıdı.

Onlara San Marino da eklendi.

Şu anda BM'ye üye tüm devletlerin dörtte üçüne yakını Filistin'i devlet olarak tanıyor.

Bunların içindeyse İngiltere'ye aslında ayrı bir yer açmak lazım.

Yazının başlığı da bununla ilgili.

Çünkü İngiltere'nin diğerlerinden önemli bir farkı var.

Zamanında Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasına önayak olan ülke onlardı.

Biraz geriye, 1917'ye gitmek lazım.

Deklarasyon adını Lord Arthur Balfour'dan alıyordu.

O dönemde İngiliz savaş kabinesinde dışişleri bakanıydı.

2 Kasım 1917'de Lord Rotschild'e bir mektup gönderdi.

Rotschild, uluslararası siyonist hareketin liderlerinden biriydi.

Mektupta, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması konusunda İngiliz hükümetinin destek vereceği yazıyordu.

Daha önce Osmanlı hakimiyetinde olan Filistin toprakları, 1917 sonlarında İngiliz hakimiyetine geçmişti.

Yani Balfour, İngiliz hükümetinin "kendi egemenliği altındaki" Filistin topraklarında bir Yahudi yurduna alan açtığını söylüyordu.

O günden sonra dünyanın çeşitli bölgelerinden Filistin'e akan ve yerleşen Yahudiler, yıllar sonra İsrail'i ilan etti.

Filistinlilere yaşatılan büyük acılar, sürgünler ve katliamlar üzerine kurulu bu devlet günümüzde de bu acımasız politikasını sürdürüyor.

Üstelik kendisine karşı çıkanı, bu zulmü durdurmasını isteyeni "anti-semitist" ve Nazi yanlısı olmakla suçlayacak kadar da pervasızlar.

Ama günümüzde, özellikle de bugünlerde yapılan 80. BM Genel Kurulu'nda da görüyoruz ki artık bu söylemler karşılık bulmuyor.

İsrail-Filistin sorununda iki devletli çözüm vizyonu aslında 1947'den, yani İsrail ilan edilmeden bir yıl öncesinden beri var.

Günümüze ise 1967 sınırlarına dayalı, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti kurulması, uluslararası alanda genel kabul gören çözüm vizyonu.

Peki yazının başında bahsettiğimiz 10 ülke Filistin'i tanımak için neden bu kadar bekledi?

Aslında bu sorunun cevabı da sokaklarda olabilir.

Bu ülkeler ve özellikle İngiltere, İsrail'e koşulsuz destekten Filistin'i tanımaya varan sürece nasıl geldi?

İngiltere, Gazze'deki katliamların başında İsrail'e tam destek veriyordu.

O dönemde İngiltere Başbakanı, Muhafazakar Parti'nin de başkanı olan Rishi Sunak'tı.

8 Ekim 2023'te Netanyahu'yu arayıp gereken her türlü desteği vermeye hazır olduklarını söylemişti.

Bu sırada İngiltere'de ilk İsrail karşıtı eylemler başlamıştı.

Şimdiki Başbakan Keir Starmer, o sırada İşçi Partisi lideri olarak ana muhalefetteydi.

Onun da tutumu aynıydı.

İsrail Gazze'ye su ve yakıt girişini kestiğinde çıkıp "İsrail'in bunu yapmaya hakkı var" demişti.

İngiltere siyaseti iktidarıyla, ana muhalefetiyle halkın tepkisinin merkezine yerleşti.

O eylemler giderek güçlendi ve sıklaştı.

Her seferinde daha kalabalıktılar.

Bu tepkiler, önce polisten eylemcilere karşı daha sert olmasını isteyen İçişleri Bakanı Suella Braverman'ı koltuğundan etti.

Ana muhalefetteki İşçi Partisi'nde ise en kritik görevlerde yer alan 8 "gölge bakan" istifa etti.

Çünkü kendi partilerinin İsrail'e bu kadar sıkı destek vermesinden rahatsızdılar.

Ancak tüm bunlar İngiltere hükümetinin İsrail'e askeri destek vermeye başlamasını da engellemedi.

2024 başında artık sokakların siyaset üzerindeki baskısı daha net hissediliyordu.

İşçi Partisi ilk kez bir başka muhalefet partisinden gelen "ateşkes" önerisini onayladı.

Böylece İngiliz parlamentosu ilk kez Gazze'de ateşkes çağrısı yaptı.

Ve bu gelişme iktidarın karşı çıkmasına rağmen yaşandı.

Sonra da o sihirli kelime gündeme geldi.

"Seçim..."

4 Temmuz 2024'te genel seçimler var.

İşçi Partisi'nin İsrail destekçisi tutumu, bir ay öncesinden değişmeye başladı.

Keir Starmer "İsrail'e silah satışlarını gözden geçireceğiz" deyince sokağın nabzını yakaladı.

Seçmeni cezbetti ve başbakan seçildi.

Sözünü de tuttu.

Eylül ayına İsrail'e silah ihracatı lisanslarından 30'unu askıya aldı.

Eski hükümet, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde alınan Netanyahu hakkındaki yakalama kararına itiraz etmişti.

Starmer bu itirazı da geri çekti.

İngiliz hükümetinin İsrail'e tepkisi, sokakların tepkisine paralel olarak 2025'te daha da artmaya başladı.

Kişilere ve kurumlara ek yaptırımlar sürdü.

Starmer son olarak "İsrail ateşkes sağlamazsa ve iki devletli çözüme dönmezse Filistin'i tanıyacağız" demişti.

Öyle de yaptı.

Sokakların gücünün siyaseti nasıl etkileyebildiğini de bize gösterdi.

Öyle ki İngiltere'de sadece bu yaz İsrail karşıtı 3 bin gösteri yapıldı.

Tepkinin boyutunu ve siyasileri nasıl etkileyebildiğini varın siz düşünün.

Bu arada şunu da hatırlatmakta ayda var.

Tüm bu ülkeler Filistin Devleti'ni tanırken, geleceğinde Hamas'ın olmayacağını açıkça ilan ediyor.

Bu da aslında meseleye ne açıdan baktıklarını göstermesi bakımından dikkat çekici.

Ancak görünen o ki İsrail bunun intikamını alma peşinde.

Cevap olarak Batı Şeria'nın ilhakını ciddi şekilde düşünüyorlar.

E1 projesiyle de birlikte ortada bir Filistin Devleti bırakmamaya oldukça niyetliler.

Netanyahu BM zirvesi dönüşüne işaret etti.

Görünen o ki ilerleyen haftalarda tansiyon yükselebilir.

Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonra İsrail Başbakanı Netanyahu Beyaz Saray'da farklı günlerde ABD Başkanı Trump'la görüşmeler yapacak.

ABD'nin İsrail'e koşulsuz desteği açık ama o görüşmelerden çıkacak sonuçlar Ortadoğu'daki gelişmelerin seyrini şekillendirebilir.

Düğümü çözecek olansa Trump'ın Netanyahu'yu ne kadar dizginleyebileceği.

Ancak bu konuda da büyük bir umut yok.

Neler olacak, bekleyip göreceğiz.


Yazarın diğer yazıları
Çağrı Alkan
TRÇ
Çağrı Alkan
Utanıyorum