Devlet ana, devlet baba
Pazartesi, Suriye devriminin yıldönümüydü.
Aradan geçen bir yılda çok büyük değişimler oldu.
Suriye artık savaşla anılan bir ülke olmaktan çıktı, kendini toplamaya ve ayağa kalkmaya çalışmasıyla anılıyor.
Ahmed Şara hükümeti Suriye'yi ABD ve Avrupa ile barışmış, Körfez ülkeleriyle işbirliği yapan, Türkiye'yi stratejik ortak olarak gören ve her fırsatta desteğini hisseden bir ülke haline getirdi.
Elbette büyük zorluklar hala var.
Daha çok şey yapılması gerekli.
Ancak geçen yıl devrimin ertesinde, 9 Aralık sabahı doğan güneşle birlikte çok büyük bir umut mevsimi de doğdu Suriye'nin üzerine...
Devrimin yıldönümü kutlamalarında bu umudun hala canlı, heyecanın hala taze olduğunu görmek sevindiriciydi.
Artık 24 saat elektriğe kavuşan başkent Şam'daki kutlamalar tam bir bayram havasındaydı.
Hemen hemen tüm büyük kentlerde aynı hava vardı.
Şimdiyse sıra Suriye'yi ayakları üzerinde durur hale getirmekte.
Öncelikle ekonomik yaptırımların tamamen kalkması gerekli.
Bir kısmı kaldırıldı ya da gevşetildi ama ABD'deki Sezar Yasası yaptırımlarının iptal edilmesi en büyük ihtiyaç.
Bu yolda da umut verici işaretler geliyor.
Kongre o yasayı kaldırdığında dünyadan Suriye'ye yardım ve yatırımlar çok daha güçlenecek.
Ahmed Şara, Suriye'nin artık dünya için güvenilir bir ortak olduğunu ilan ediyor.
Dikkat çekici bir detay daha vardı.
Emevi Camii'ndeki sabah namazında da akşam saatlerindeki ulusa seslenişinde de bir yıl önce Şam'a girerken üzerinde olan üniformayı giymişti.
Bu elbette açık, net bir mesajdı.
Bizi ülkenin iç güvenliğine, birliğine, devlet otoritesinin tesisine getiriyor.
Devletin bir "ana", bir "baba" tarafı vardır.
Suriye'de "devlet ana" halkının refahını artırmak için çabalarken, "Bu bir Sünni devrimi değildir" mesajı veriyor.
Ortak bir Suriyeli kimliğiyle etnik köken ve mezhep çatışmasından sıyrılmış bir toplum inşa etmeye çalışıyor.
"Devlet baba" ise Şara'nın üzerindeki o üniformadaydı.
O da ülkenin güvenliğini, sınır bütünlüğünü ve devlet olmanın gereği olan güç kullanma tekelini oluşturmaya çalışıyor.
Bu da bizi öncelikle PKK/YPG terör örgütü ve belkemiğini oluşturduğu SDG'nin, Suriye devlet sistemine entegrasyonu tartışmalarına getiriyor.
Örgütün elebaşı Ferhat Abdi Şahin, 10 Mart'ta Şam'da imzaladığı mutabakatla pek çok taahhüt verdi.
Bunlar arasındaki bazı maddeler için verilen süre yılsonunda doluyor.
Fırat'ın doğusundaki bazı önemli yerlerin ve tesislerin hükümete devredilmesi gibi...
Ancak örgüt bu konuda hiç de gönüllü değil.
Taahhütlerini yerine getirmediler ve süre çok azaldı.
Üstelik örgüt federalizm taleplerinde ısrarlı.
Lakin mutabakat üniter bir devleti öngörüyor.
Ayrıca ellerindeki silahlı unsurların bütün halinde Suriye ordusu çatısı altında var olmasını istiyor.
Başlarına da kendilerinden komutanlar atanmasını talep ediyorlar.
Yani hem "ordu içinde ordu" olacaklar, hem de "ülke içinde ülke"...
Bir başka deyişle "İleride yapabileceğimiz silahlı bir başkaldırıda rahatlıkla hareket edip, Suriye'yi bölebilmek için tüm imkanları elimizde tutalım" diyorlar.
Elbette bu Şam tarafından kabul edilmiyor.
Ayrıca her halükarda örgüt içindeki Suriyeli olmayan unsurların da ayıklanması gerekli ki bu Türkiye için olmazsa olmaz.
Şam da bunda ısrarcı çünkü Suriye'nin iç güvenliği, Türkiye'nin ulusal güvenliğiyle önemli şekilde örtüşüyor.
Örgütten o konuda da ses yok.
PKK/YPG'nin en büyük söylemi ise DEAŞ'la mücadele...
Sanki kendileri terör örgütü değilmiş gibi...
Ferhat Abdi Şahin geçenlerde ilk kez İsrail basınına konuştu.
Hapishanelerdeki DEAŞ'lıları hatırlatıp, "ABD'nin yardımına ihtiyacımız var" dedi.
Yani İsrail üzerinden ABD'ye sesini duyurmaya çalıştı.
Bu da aslında örgüt adına ABD'den gelen destekten yana işlerin hiç de iyi gitmediğinin göstergesi.
Çünkü PKK/YPG -ya da SDG deyin- yavaş yavaş Washington için kullanışlı bir aparat olmaktan çıkıyor.
Stratejik bir akılla bunun taşları döşeniyor.
Suriye hükümeti geçen haftalara DEAŞ'la mücadele koalisyonuna katıldı.
Artık Suriye'deki DEAŞ operasyonlarında ordu ve ABD'nin ortak eylemlerini duyuyoruz.
Bu da ABD'nin, PKK/YPG terör örgütüne ilgisinin azalmasına, belki zamanla bunu kaybetmesine yol açacak önemli bir adım.
Örgüt adım adım sıkışırken, hala tam entegrasyona yanaşmamakta ısrarcı.
Şam ise meselenin öncelikle diyalog ve uzlaşmayla çözülmesini istiyor.
SDG'nin temsil ettiğini öne sürdüğü halka ve bizzat örgüte Esad döneminde göremeyecekleri kadar geniş haklar vermeleriyse bir anlamda samimiyetlerinin de göstergesi.
Peki örgüt buna yanaşmamakta ısrarlı olursa ne olacak?
O zaman da masadan hiçbir zaman kaldırılmayan ikinci seçeneği daha güçlü şekilde konuşmanın zamanı gelecek.
Askeri operasyon...
Suriye hükümeti bu ikinci seçeneğe karşı sahada hazırlıklarını hiç bırakmadı.
Son zamanlarda ise hız verilmiş görünüyor.
Türkiye de Suriye içindeki unsurlarını tahkim ediyor.
Elbette örgütün de kendi hazırlıkları var.
Lakin bir de işin aşiret boyutu var.
PKK/YPG terör örgütünün işgal ettiği bölgelerde örgütten rahatsız olan birçok Arap aşireti bulunuyor.
Bunlar zaman zaman örgüte tepkilerini silahlarla gösterdiler.
Muhtemel ki olası bir operasyonda onlar da Fırat'ın doğusunda kendi bulundukları bölgelerde teröristlere karşı harekete geçecek.
Tabii bir de Suriye'nin bütünlüğünü sağlamasını isteyen Trump yönetimi var.
Peki terör örgütü tüm bunlara karşı durabilecek güce sahip mi dersiniz?
Ben hiç sanmıyorum.
Ankara'nın da Şam'ın da birinci önceliği bu meselenin silahlar konuşmadan çözülmesi.
Ama iş oraya varırsa çok da sancılı olacağını düşünmüyorum.
Suriye artık savaşla anılan bir ülke olmaktan çıktı, kendini toplamaya ve ayağa kalkmaya çalışmasıyla anılıyor.
Ahmed Şara hükümeti Suriye'yi ABD ve Avrupa ile barışmış, Körfez ülkeleriyle işbirliği yapan, Türkiye'yi stratejik ortak olarak gören ve her fırsatta desteğini hisseden bir ülke haline getirdi.
Elbette büyük zorluklar hala var.
Daha çok şey yapılması gerekli.
Ancak geçen yıl devrimin ertesinde, 9 Aralık sabahı doğan güneşle birlikte çok büyük bir umut mevsimi de doğdu Suriye'nin üzerine...
Devrimin yıldönümü kutlamalarında bu umudun hala canlı, heyecanın hala taze olduğunu görmek sevindiriciydi.
Artık 24 saat elektriğe kavuşan başkent Şam'daki kutlamalar tam bir bayram havasındaydı.
Hemen hemen tüm büyük kentlerde aynı hava vardı.
Şimdiyse sıra Suriye'yi ayakları üzerinde durur hale getirmekte.
Öncelikle ekonomik yaptırımların tamamen kalkması gerekli.
Bir kısmı kaldırıldı ya da gevşetildi ama ABD'deki Sezar Yasası yaptırımlarının iptal edilmesi en büyük ihtiyaç.
Bu yolda da umut verici işaretler geliyor.
Kongre o yasayı kaldırdığında dünyadan Suriye'ye yardım ve yatırımlar çok daha güçlenecek.
Ahmed Şara, Suriye'nin artık dünya için güvenilir bir ortak olduğunu ilan ediyor.
Dikkat çekici bir detay daha vardı.
Emevi Camii'ndeki sabah namazında da akşam saatlerindeki ulusa seslenişinde de bir yıl önce Şam'a girerken üzerinde olan üniformayı giymişti.
Bu elbette açık, net bir mesajdı.
Bizi ülkenin iç güvenliğine, birliğine, devlet otoritesinin tesisine getiriyor.
Devletin bir "ana", bir "baba" tarafı vardır.
Suriye'de "devlet ana" halkının refahını artırmak için çabalarken, "Bu bir Sünni devrimi değildir" mesajı veriyor.
Ortak bir Suriyeli kimliğiyle etnik köken ve mezhep çatışmasından sıyrılmış bir toplum inşa etmeye çalışıyor.
"Devlet baba" ise Şara'nın üzerindeki o üniformadaydı.
O da ülkenin güvenliğini, sınır bütünlüğünü ve devlet olmanın gereği olan güç kullanma tekelini oluşturmaya çalışıyor.
Bu da bizi öncelikle PKK/YPG terör örgütü ve belkemiğini oluşturduğu SDG'nin, Suriye devlet sistemine entegrasyonu tartışmalarına getiriyor.
Örgütün elebaşı Ferhat Abdi Şahin, 10 Mart'ta Şam'da imzaladığı mutabakatla pek çok taahhüt verdi.
Bunlar arasındaki bazı maddeler için verilen süre yılsonunda doluyor.
Fırat'ın doğusundaki bazı önemli yerlerin ve tesislerin hükümete devredilmesi gibi...
Ancak örgüt bu konuda hiç de gönüllü değil.
Taahhütlerini yerine getirmediler ve süre çok azaldı.
Üstelik örgüt federalizm taleplerinde ısrarlı.
Lakin mutabakat üniter bir devleti öngörüyor.
Ayrıca ellerindeki silahlı unsurların bütün halinde Suriye ordusu çatısı altında var olmasını istiyor.
Başlarına da kendilerinden komutanlar atanmasını talep ediyorlar.
Yani hem "ordu içinde ordu" olacaklar, hem de "ülke içinde ülke"...
Bir başka deyişle "İleride yapabileceğimiz silahlı bir başkaldırıda rahatlıkla hareket edip, Suriye'yi bölebilmek için tüm imkanları elimizde tutalım" diyorlar.
Elbette bu Şam tarafından kabul edilmiyor.
Ayrıca her halükarda örgüt içindeki Suriyeli olmayan unsurların da ayıklanması gerekli ki bu Türkiye için olmazsa olmaz.
Şam da bunda ısrarcı çünkü Suriye'nin iç güvenliği, Türkiye'nin ulusal güvenliğiyle önemli şekilde örtüşüyor.
Örgütten o konuda da ses yok.
PKK/YPG'nin en büyük söylemi ise DEAŞ'la mücadele...
Sanki kendileri terör örgütü değilmiş gibi...
Ferhat Abdi Şahin geçenlerde ilk kez İsrail basınına konuştu.
Hapishanelerdeki DEAŞ'lıları hatırlatıp, "ABD'nin yardımına ihtiyacımız var" dedi.
Yani İsrail üzerinden ABD'ye sesini duyurmaya çalıştı.
Bu da aslında örgüt adına ABD'den gelen destekten yana işlerin hiç de iyi gitmediğinin göstergesi.
Çünkü PKK/YPG -ya da SDG deyin- yavaş yavaş Washington için kullanışlı bir aparat olmaktan çıkıyor.
Stratejik bir akılla bunun taşları döşeniyor.
Suriye hükümeti geçen haftalara DEAŞ'la mücadele koalisyonuna katıldı.
Artık Suriye'deki DEAŞ operasyonlarında ordu ve ABD'nin ortak eylemlerini duyuyoruz.
Bu da ABD'nin, PKK/YPG terör örgütüne ilgisinin azalmasına, belki zamanla bunu kaybetmesine yol açacak önemli bir adım.
Örgüt adım adım sıkışırken, hala tam entegrasyona yanaşmamakta ısrarcı.
Şam ise meselenin öncelikle diyalog ve uzlaşmayla çözülmesini istiyor.
SDG'nin temsil ettiğini öne sürdüğü halka ve bizzat örgüte Esad döneminde göremeyecekleri kadar geniş haklar vermeleriyse bir anlamda samimiyetlerinin de göstergesi.
Peki örgüt buna yanaşmamakta ısrarlı olursa ne olacak?
O zaman da masadan hiçbir zaman kaldırılmayan ikinci seçeneği daha güçlü şekilde konuşmanın zamanı gelecek.
Askeri operasyon...
Suriye hükümeti bu ikinci seçeneğe karşı sahada hazırlıklarını hiç bırakmadı.
Son zamanlarda ise hız verilmiş görünüyor.
Türkiye de Suriye içindeki unsurlarını tahkim ediyor.
Elbette örgütün de kendi hazırlıkları var.
Lakin bir de işin aşiret boyutu var.
PKK/YPG terör örgütünün işgal ettiği bölgelerde örgütten rahatsız olan birçok Arap aşireti bulunuyor.
Bunlar zaman zaman örgüte tepkilerini silahlarla gösterdiler.
Muhtemel ki olası bir operasyonda onlar da Fırat'ın doğusunda kendi bulundukları bölgelerde teröristlere karşı harekete geçecek.
Tabii bir de Suriye'nin bütünlüğünü sağlamasını isteyen Trump yönetimi var.
Peki terör örgütü tüm bunlara karşı durabilecek güce sahip mi dersiniz?
Ben hiç sanmıyorum.
Ankara'nın da Şam'ın da birinci önceliği bu meselenin silahlar konuşmadan çözülmesi.
Ama iş oraya varırsa çok da sancılı olacağını düşünmüyorum.
Yazarın diğer yazıları
Merkez Bankası Başkanı Karahan: Kalıcı refah artışına ulaşacağız
Dağlıoğlu: Türkiye'yi artık bölgesel bir ekonomik aktör olmanın ötesinde küresel bir ekonomik güç merkezi yapmak
Yeni bir eşik daha aşıldı! TAYFUN artık göreve hazır
Sergen Yalçın'ın ilk 11'i şekilleniyor! Beşiktaş'ta hedef Trabzonspor maçı