Mektuplar
Kendini ifade etmek için yazılı iletişimi, mağara duvarlarındaki el baskısı boya izlerinden başlatıyor araştırmacılar. Aslında sanatı da öyle. Ben buradayım demek midir, ben buradaydım diye sonraya bir mesaj mıdır, his veya düşünceyi ifade etme çabası mıdır? Hâlâ yorumlanmaya çalışılıyor.
Öyle böyle hayli zamandan sonra bugün mikroblog diye tarif edilen sosyal medya mecralarında hâlâ "söylemeye" çalışıyor insanlar.
En baştaki mağara duvarındaki ifade biçimi ne kadar anonimse, bugün de benzer bir anonimlik var, har şey bunca kayır altında iken bile. İsimsiz resimsiz hesaplardan, genellemeler ve aforizmalarla mesaj kaygılı görüntüler ve cümleler...
Hatırlıyorum, X'in Twitter olduğu ve hayatımıza yeni girdiği zamanlarda isimli alıntılar vardı. Çoğu temelsiz, gerçekle ilgisi olmayan şeylerdi. Akıldan geçen şeyi söylerken sözün doğruluğunu tartışmaya kapatmak için bulunmuş bir yöntem. Dokundurmalı, had bildiren bir cümle seç, sonra da inanç ve eğilime göre kabul gören bir meşhura dayandır; Mevlânâ olur, Yunus Emre olur, Nazım Hikmet olur, Atatürk olur... Artık mesajı veren ruh ve düşünce dünyasının iskelesini hangi limana
yaslamışsa, oraya. Tabii bu gerçek dışı, hatta dayandırılan kişiye bazen iftira bile olabilen cümlelerin foyası ortaya çıktıkça, isme mal etme huyu da düşüşe geçti.
Uzunca bir zamandır aforizmalar(!) bilinen bir şâire, edibe, düşünüre yaslanmıyor, paylaşımları yapanların kendi cümleleri olduğunu biliyoruz, atıf yok artık. Anonim kalansa muhatap, hedef. Kime söyleniyor o kimi had bildiren, kimi ilgiyi gösteren, cümleler; yazanı belli yazılanı değil. Çünkü hedef genel olursa, kişisellikten kaçınmak mümkün. Olumlu veya olumsuz, her hangi bir riske girmeye herek kalmıyor. Sokak duvarlarına yazılan "Buraya çöp atan eşektir" gibi, sadece alınan
alınganlık edeceği, genel bir mesaj.
Duvarlardan, kağıtlara, oradan dijitale hâlâ bir şeyler söylemek istiyor insanlar, muhtelif amaçla. Bu kadar geniş bir tarih aralığını esas alınca düşünceler, fikirler içinde savrulmamak insansız. Ben de bu genişlik içinden aniden bir damarı seçiyorum kendime; mektuplar.
Yazanı belli, yazılanı belli bir mesaj, bir iletişim türü. Açık mektup diye bir şey de var diyebilirsiniz ama, bu, türün içinde istisnai bir kol. O değil şimdilik meselemiz.
Kitaplaşan mektuplaşmalar birikmiş masamın bir kenarında. Birkaçı elimin altına giriveriyor; Sâmiha Ayverdi'nin cilt cilt mektuplaşmaları, Enis Batur'a yazılı mektuplardan hayat bulan
Gönderilen: Enis Batur, Süheyl Ünver'in ABD'de uzunca süre kalacağını bilerek genç Uğur Derman'a ısmarladığı mektup yazması üzerine ortaya çıkan bir başka mektuplaşma kitabı. Neden önümde bunlar? Çünkü kelimelerin azaldığı bugün, insanlar hangi ihtiyaçla, nasıl bir hitapla, kimlere neleri yazmışlar; öğrenmek istiyorum. Konuşabilmeye istikamet bulabilmek için.
Öyle böyle hayli zamandan sonra bugün mikroblog diye tarif edilen sosyal medya mecralarında hâlâ "söylemeye" çalışıyor insanlar.
En baştaki mağara duvarındaki ifade biçimi ne kadar anonimse, bugün de benzer bir anonimlik var, har şey bunca kayır altında iken bile. İsimsiz resimsiz hesaplardan, genellemeler ve aforizmalarla mesaj kaygılı görüntüler ve cümleler...
Hatırlıyorum, X'in Twitter olduğu ve hayatımıza yeni girdiği zamanlarda isimli alıntılar vardı. Çoğu temelsiz, gerçekle ilgisi olmayan şeylerdi. Akıldan geçen şeyi söylerken sözün doğruluğunu tartışmaya kapatmak için bulunmuş bir yöntem. Dokundurmalı, had bildiren bir cümle seç, sonra da inanç ve eğilime göre kabul gören bir meşhura dayandır; Mevlânâ olur, Yunus Emre olur, Nazım Hikmet olur, Atatürk olur... Artık mesajı veren ruh ve düşünce dünyasının iskelesini hangi limana
yaslamışsa, oraya. Tabii bu gerçek dışı, hatta dayandırılan kişiye bazen iftira bile olabilen cümlelerin foyası ortaya çıktıkça, isme mal etme huyu da düşüşe geçti.
Uzunca bir zamandır aforizmalar(!) bilinen bir şâire, edibe, düşünüre yaslanmıyor, paylaşımları yapanların kendi cümleleri olduğunu biliyoruz, atıf yok artık. Anonim kalansa muhatap, hedef. Kime söyleniyor o kimi had bildiren, kimi ilgiyi gösteren, cümleler; yazanı belli yazılanı değil. Çünkü hedef genel olursa, kişisellikten kaçınmak mümkün. Olumlu veya olumsuz, her hangi bir riske girmeye herek kalmıyor. Sokak duvarlarına yazılan "Buraya çöp atan eşektir" gibi, sadece alınan
alınganlık edeceği, genel bir mesaj.
Duvarlardan, kağıtlara, oradan dijitale hâlâ bir şeyler söylemek istiyor insanlar, muhtelif amaçla. Bu kadar geniş bir tarih aralığını esas alınca düşünceler, fikirler içinde savrulmamak insansız. Ben de bu genişlik içinden aniden bir damarı seçiyorum kendime; mektuplar.
Yazanı belli, yazılanı belli bir mesaj, bir iletişim türü. Açık mektup diye bir şey de var diyebilirsiniz ama, bu, türün içinde istisnai bir kol. O değil şimdilik meselemiz.
Kitaplaşan mektuplaşmalar birikmiş masamın bir kenarında. Birkaçı elimin altına giriveriyor; Sâmiha Ayverdi'nin cilt cilt mektuplaşmaları, Enis Batur'a yazılı mektuplardan hayat bulan
Gönderilen: Enis Batur, Süheyl Ünver'in ABD'de uzunca süre kalacağını bilerek genç Uğur Derman'a ısmarladığı mektup yazması üzerine ortaya çıkan bir başka mektuplaşma kitabı. Neden önümde bunlar? Çünkü kelimelerin azaldığı bugün, insanlar hangi ihtiyaçla, nasıl bir hitapla, kimlere neleri yazmışlar; öğrenmek istiyorum. Konuşabilmeye istikamet bulabilmek için.
Yazarın diğer yazıları

Ekrem İmamoğlu'nun savcılara hakaret davasında karar: Düşürüldü!

Doğum yardımı ödemeleri yolda! Bakan Göktaş tarih verdi

Milli hava kalkanı iş başında: Hisar-O test atışı tam isabetle sonuçlandı!

Bakan Bayraktar: NTE oyun değiştirici bir konu!
