ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Bir şeyler değişiyor mu?

Gündemde geri sıralara düşmemeli.

Oradaki insanlık dramı ve katliamlar normalleşmemeli.

Bu yüzden Gazze'yi hep hatırlamak, hatırlatmak zorundayız.

İsrail'in katliamlarında can kaybı 29 bini geçti.

Bölgede adeta taş üstünde taş kalmadı.

Bombalar altında hayatta kalabilecek kadar şanslı olanlarsa barınma sorunu, kış şartları ve açlıkla mücadele ediyor.

Hayvan yemleri öğütülüp çocuklara ekmek yapılıyor.

Daha ötesi var mı?

İsrail ise ısrarla en güneydeki Refah'a büyük kara saldırısına hazırlanıyor.

Tüm dünyadan tepki var.

ABD'den bile...

Bugünlerde Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail hakkında yeni duruşmalar var.

Bunlar Gazze'deki katliamlardan ayrı.

O konuda zaten soykırımdan yargılanmasına onay verilmişti.

Önleyici tedbirler alması istenmişti ama görüyoruz ki bunlar İsrail için sözlerden ibaret.

Şimdiyse tüm Filistin topraklarında uyguladığı zulüm politikaları nedeniyle BM'ye tavsiye kararı vermek üzere duruşmalar yapılıyor.

O duruşmalarda da Gazze sık sık gündeme geliyor.

Refah'a saldırının çok daha büyük bir insanlık krizine dönüşeceği vurgulanıyor.

İsrail'in gözünü nasıl da kan bürüdüğü canlı yayınlarla dünyaya anlatılıyor.

Eş zamanlı olarak BM Güvenlik Konseyi'nde de dikkati çeken bir hareketlilik oldu.

ABD bir ilke imza attı.

Konsey'e bir karar tasarısı sundu.

Gazze'de geçici ateşkes istedi.

Biden yönetiminin Netanyahu hükümetinin pervasızlığından ciddi şekilde rahatsız olduğu sır değil.

Bu tasarı iki açıdan önemli.

Birincisi, ABD'nin yavaş yavaş daha da sıkışmaya başlaması.

İkincisi ise Washington'dan Tel Aviv'e mesaj niteliğinde olması.

ABD'nin BM Güvenlik Konseyi'ndeki ana görevi, ne yazık ki İsrail karşıtı tasarıları veto etmektir.

Ama bu kez İsrail'e kısmen de olsa "dur" diyen bir metni kendileri sundu.

Anlıyoruz ki Biden'ın sabrı artık iyiden iyiye tükeniyor.

Lakin hemen sevinmeyin.

Çünkü bir şeyler değişiyor olabilir ama henüz gerçek anlamda değişimden bahsetmekten çok uzaktayız.

O tasarını detaylarına ve arka planına bakınca ortaya çıkan tablo şöyle:

Birkaç gün önce BM Güvenlik Konseyi'ne bir başka tasarı sunuldu.

Cezayir'in imzası vardı.

Metin "Tüm taraflarca saygı gösterilmesi gereken acil bir insani ateşkes" talep ediyor.

Hamas ve İsrail'i iki eşit olarak görüyor.

Ayrıca Filistinli nüfusun zorla yerinden edilmesini reddediyor.

Ve tüm rehinelerin serbest bırakılmasını istiyor.

"Tüm"den kasıt, hapishaneler de dâhil olmak üzere İsrail'in elindekileri de kapsıyor.

ABD de haliyle jet hızıyla bu tasarıyı veto edeceğini açıkladı.

Fakat Washington bir şekilde değişime zorlanıyor.

İşte bu nedenle ilk kez kendisi bir tasarı sundu.

Bu, uluslararası toplumun baskı gücünü göstermesi bakımından küçük ama dikkate değer bir örnek.

ABD kendisi tasarı sundu ama elbette o ateşkes çağrısı ve Refah hakkındaki mesajlar da kendi istediği şartlardaydı.

Örneğin o da tüm rehinelerin serbest bırakılmasından bahsetti.

Bunu yazarken kastettiğiyse çok büyük olasılıkla Hamas'ın elindekilerin tamamı.

Ateşkesi tıpkı İsrail'in istediği gibi "geçici" olarak öngörüyorlar.

Zamanlaması için "hemen" ya da "derhal" değil, ucu açık olan "mümkün olan en kısa sürede" tabirini kullanıyorlar.

Görünürde ateşkes destekleseler, hatta talep etseler bile pratikte bunu İsrail'e nefes aldırma hamlesi olarak okumak hiç de mantıksız değil.

Bunun yanında Gazze'ye insani yardım sağlanmasının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istemesi, beklenen ve olması gereken bir gelişme.

Bu her ne kadar İsrail'in istemediği bir durum olsa da Gazze Şeridi'ne saldırılarında bu ülkeye destek verirken dünyaya karşı ABD'nin elini rahatlatacak.

Tabii eğer İsrail başına buyruk davranmaktan vazgeçip daha öncekilerin aksine bu çağrıya kulak verirse...

ABD'nin taslağında Refah'a kara saldırısı bölümü de ucu açık ifadelerle dolu.

Örneğin "Mevcut koşullar altında böyle büyük bir kara harekâtına girişilmemesi gerektiği" yazılmış.

Yani ABD aslında Refah'a kara harekâtına karşı değil.

Sadece bu şartlarda yapılmasına kaşı.

Çünkü zaten başından beri İsrail'in katliamlarına ortak.

Tel Aviv'i dünyaya karşı savunma çabalarında çok zorlanırken, bu bataklığa daha da fazla çekilmek istemiyor.

Muhtemel ki tasarı yakında BM Güvenlik Konseyi'nde oylanacak.

Akıbeti ne olacak göreceğiz.

Şu an için görünense, İsrail'in de ABD'nin de her geçen gün biraz daha sıkışmasına karşılık, Netanyahu hükümetinin katliamlarda ısrarcı olduğu.

ABD ve İsrail için o kırılma noktası ise yaklaşıyor.

İsrail kendine de zarar veriyor

İsrail'in Gazze Şeridi'nde 138 gündür sürdürdüğü katliamlar, kendisine de çok ciddi şekilde zarar veriyor.

Özellikle de ekonomisine.

İsrail ekonomisi yılın son çeyreğinde bir önceki yıla göre yüzde 19,4 oranında küçüldü.

Oysa 2022'de yüzde 6,5 büyümüşlerdi.

2023'te büyüme yüzde 2'ye düşse de hala sürüyordu.

Anlaşılıyor ki o bombalar Gazze'de canları alırken, İsrail kendi can damarlarını da bir bir kesiyor.

İhracat yüzde 18,3, yatırımlar yüzde 67,8 oranında geriledi.

Bunların acısı yıllar boyunca çıkacak.

Cümle âlem biliyor, o toprakların gerçek sahibi Filistinlilerin canının gözünüzde kıymeti yok da bari kendinizi düşünün.

Gözden kaçmasın

İsrail'in katliamları ve Gazze'den bahsederken, Türkiye'yi ilgilendiren başka bir konuda önemli bir gelişmeyi de gözden kaçırmayalım.

O gelişme ne mi?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın, geçtiğimiz gün Ankara'da bir misafiri vardı.

Iraklı milis gücü Haşdi Şabi Heyeti Başkanı Falih el Feyyad.

Irak siyasetinde önemli bir figürdür.

Ulusal Güvenlik Konseyi'nin eski başkanıdır.

Eski Irak Başbakanı'nın da ulusal güvenlikten sorumlu danışmanıdır.

Ayrıca bir siyasi partinin de kurucusudur.

Özetle Haşdi Şabi'nin güvenlik ve siyasetteki görünen elidir.

Tanımayanlar için Haşdi Şabi'yi biraz hatırlatalım.

DEAŞ terörünün Irak'ı kasıp kavurduğu 2014'te ülkenin en etkili Şii din adamlarından Ayetullah Ali Sistani'nin çağrısıyla kurulmuştu.

O çağrı mezhepler üstüydü ve Haşdi Şabi'ye Şiiler dışında da katılım oldu ama ana itici güç ve ezici çoğunluk hep Şii idi, hala da öyle.

Günümüzde ise Irak silahlı güçlerinin parçası sayılan, resmi bir paramiliter güç.

100 bin-120 bin kişi arasında bir silahlı güç durumundalar.

Peki bunun bizimle ne ilgisi var?

Şöyle...

Haşdi Şabi demek, haliyle İran demek.

Ayrıca Irak'ın kuzeybatısında belirgin şekilde PKK'lı teröristlerle dirsek temasındaydılar.

Türkiye ise son dönemde Irak'ta PKK terör örgütüne karşı kıskacı daraltmak için önemli hamleler yapıyor.

MİT Başkanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı bu ülkeye gidiyor.

Bağdat ve Erbil'de görüşmeler yapıyor.

Erbil'deki KDP, yani Barzaniler PKK'dan ciddi şekilde rahatsız olduklarını yüksek sesle dile getiriyor.

Bağdat'taki hükümet de PKK'nın Türkiye'ye saldırı için kendi topraklarını kullanamayacağını söylüyor ama henüz fiiliyatta bir şey yok.

Süleymaniye'deki KYB, yani Talabaniler ise PKK terör örgütüyle oldukça içli dışlı.

Bu ilişki o kadar ilerledi ki Türkiye uzun zamandır Süleymaniye'den uçuş kabul etmiyor.

Hatta buraya giden uçaklara kendi hava sahasını bile kullandırmıyor.

Talabanileri PKK'ya desteği kesme konusunda sıkıştırmak için hamleler yapıldığı aşikâr.

Muhtemel ki Haşdi Şabi'nin liderini Ankara'da ağırlamanın başlıca sebeplerinden biri de bu.

İran destekli Haşdi Şabi'nin lideriyle, yine İran'ın yoğun şekilde desteklediği KYB'nin PKK'ya desteğini kesmesi hakkında ne konuşuldu bilmiyoruz.

Ancak burada düğümü İran'ın çözeceği bir tablo mu oluşuyor, göreceğiz.

Tabii ABD bir şekilde işleri yine karıştırmazsa.


Yazarın diğer yazıları