ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Türkiyesiz olmaz

Henry Kissinger'e atfedilen, asıl kökleri Arap sokak kültüründe olan meşhur bir söz vardır.

"Ortadoğu'da Mısırsız savaş, Suriye'siz barış olmaz" denir.

60-70 yıl öncesinde, söylendiği dönem için çok doğru bir ifadeydi lakin o köprünün altından çok sular aktı.

Günümüzde ise her geçen gün daha fazla kabul gören görüşü şu şekilde özetlemek yanlış olmayacaktır.

Ortadoğu'da Türkiyesiz barış olmaz...

Türkiye'ye rağmen de at koşturulamaz.

Gazze'de nihayet kalıcı ateşkes için bir anlaşmaya varıldı.

Umuyorum ki süreç İsrail'in provokasyonlarıyla bozulmaz.

Şimdilik öyle görünüyor.

Çünkü Netanyahu hükümetinin pek de hareket alanı kalmadı.

Ve Türkiye bu sürecin tam ortasında yer aldı.

ABD'de Biden döneminde Türkiye sürecin kenarında tutuluyordu.

Ama Ankara Hamas ve Filistin devleti ile irtibatı hiçbir zaman koparmadı.

Gün geldi, devran döndü.

Trump Beyaz Saray'a ikinci kez çıktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'la iyi ilişkilere sahip bir lider olarak, Türkiye olmadan Ortadoğu'da huzurun tesis edilemeyeceğinin de fazlasıyla farkındaydı.

Dirsek teması hep sürdü.

Her ne kadar İsrail'in soykırımına hem maddi hem askeri olarak sonuna kadar destek verse de bir yerde bunun son bulması gerektiğinin farkındaydı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da Trump'la görüşmesinde telkinleriyle ABD Başkanı'nın fikirlerini şekillendirdi.

Elbette sadece Türkiye değil.

Mısır, Katar, Suudi Arabistan ve hatta Pakistan da bu süreçte rol aldı.

Ama Trump, Erdoğan'ın görüşlerine ve telkinlerine özel önem veriyordu.

Kameralar önünde defalarca ona çok saygı duyduğunu ve çok etkili bir lider olduğunu söylemesi de bundandı.

Sonunda o 20 maddelik Trump planı masaya koyuldu.

New York'ta Müslüman liderlere anlatıldığından biraz farklıydı ve Hamas'ı sıkıştırıyordu ama Türkiye'nin desteğiyle yapılan ustaca diplomatik dokunuşlarla, Hamas o cendereden çıkmayı başardı.

İsrail durumdan hiç de memnun değildi ama Trump'ın baskılarıyla pazarlık masasına oturmak, hatta ilk aşaması üzerinde anlaşmak zorunda kaldılar.

Netanyahu kendi ülkesine bunu bir zafer olarak pazarlasa da baştaki hedeflerine ulaşamadı.

Hamas'ı yok edemedi.

Gazze'yi kalıcı olarak işgal etmesine olanak sağlayacak bir ortam kalmadı.

Ne kadar sıkıştığını ise şu tablo net olarak anlatıyor.

O planın tartışmalarla da olsa onaylandığı kabine toplantısında Netanyahu'nun iki yanında iki kişi oturuyordu.

Bir Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'tu.

Diğeri ise yine Trump'ın özel danışmanı ve damadı Jared Kushner'dı.

Evet, Hamas yok olmadı ve kalıcı barışa dair imza attı.

Bu, direniş hareketi adına bir zafer.

Çünkü İsrail soykırımla bile rehineleri kurtaramadı.

Bir başka zaferse, Gazze ve Filistin meselesinin artık bütün dünyanın meselesi olması.

Az önce de yazdığım gibi İsrail hükümeti de bunu kendi kamuoyuna zafer olarak pazarlıyor.

Ama herkes özellikle bir başka detayın farkında.

Burada asıl kazanan Türkiye oluyor.

ABD Başkanı Trump'tan Hamas liderliğine, BM Genel Sekreteri'nden Avrupalı liderlere herkes Türkiye'nin ve özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ara buluculuğunu ve çabalarını takdir etti.

Anlaşma sonucunda bir Gazze için bir görev gücü oluşturulacak.

Hedefleri anlaşmanın uygulanmasını denetlemek, yardım faaliyetlerini, enkaz kaldırmayı ve kayıpları bulmayı organize etmeye yardımcı olmak.

Bu görev gücünde Türkiye de yer alacak.

"Görev gücü" ifadesi askeri bir çağrışım yapıyor.

Askeri mi yoksa sivil mi olacağı net olarak açıklanmadı ama öncelikle sivil olacağı tahmin ediliyor.

Bununla birlikte askeri bir uluslararası gücün bölgeye konuşlanması gerekirse Türkiye ona da var.

Çeşitli makamlardan açıkça ilan edildi.

İsrail, Türkiye'nin askeri ve Trump üzerinden siyasi baskıları sonucunda Suriye'de artık istediği gibi at koşturamıyor.

Şimdi Türkiye'nin ister sivil, ister askeri olarak bir de Gazze'ye uzanması İsrail için elbette ciddi bir olumsuzluk.

Türkiye ayrıca bu anlaşmanın garantörü oldu.

İsrail basınında bile böyle yazılıyor.

Bu gerçekten çok büyük bir olay.

"Gazzeli artık rahat uyuyabilir" yorumlarının altı hiç de boş değil.

Garantörlük, yarın bir gün İsrail yeniden ölüm yağdırmaya kalkarsa, müdahale etmek için yasal hakka sahip olmak demek.

Kıbrıs Barış Harekatı'nda olduğu gibi.

2000'ler öncesinde İsrail'in verdiği sözde istihbaratlarla PKK terör örgütüne karşı dağı taşı bombalayan Türkiye'den, İsrail'e karşı garantör olan, Gazze'den Kosova'ya kadar sözü geçen Türkiye'ye gelmek öyle yabana atılacak bir başarı değil.

Tabii Gazzeliler için savaş bitmiyor.

Asıl mücadele bundan sonra başlayacak.

Gündemden düştüklerinde belki de herkes evine dönecek ve sıcak yemeğini yiyecek.

Onlarsa hala yaralarını sarmaya çalışıyor olacak.

Bu nedenle Gazze'yi asla unutmamak, unutturmamak lazım.

Bence Netanyahu hükümetiyse en büyük kaybeden.

Gazzelilerin kayıpları elbette geri gelmeyecek ama yıkım telafi edilir.

Hayat sancılı da olsa bir gün normalleşir.

İsrail ise uluslararası arenada onarılamayacak şekilde itibar kaybetti.

Trump Netanyahu'ya "Tüm dünyayla savaşamazsın" diyerek tam da bundan bahsediyordu.

Bunu tamir etmek değil de, günlük hayatta unutturmak belki yıllar içinde mümkün olabilir.

Bunun içinse bu saatten sonra iki devletli çözümün hayata geçmesi şart.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan İsrail'in katliamlarının en başında ne söylemişti?

"Ya büyük bir savaş çıkacak, ya da büyük bir barış" demişti.

O cümle Türk devlet aklının vizyonuydu.

Savaş inşallah bitti.

Şimdi sıra o büyük barışta.

Elbette Suriye başta olmak üzere daha yapılacak pek çok şey var.

Trump'ın da dediği gibi o büyük barış bütün Ortadoğu'yu kanatları altına alabilir.

Türkiye'nin vizyonuna ne kadar da yakın konuşmuş değil mi?


Yazarın diğer yazıları
Çağrı Alkan
TRÇ
Çağrı Alkan
Utanıyorum