ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


“One minute”ten garantörlüğe

Birçoğunuz çok iyi hatırlıyordur.
16 yıl önceydi.
2009'da, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda Erdoğan "One minute!" çıkışıyla dünya gündemine oturmuştu.
Dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez'e "Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz! Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum!" diyerek çıkışmış, kendisine yeterli sözü vermeyen moderatöre de tepki göstermişti.
"Daha da Davos'a gelmem" deyip toplantıyı terk etti ve dediğini yaptı.
Bir daha da gitmedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, o zaman Başbakan olarak Davos'taydı.
İsrail Cumhurbaşkanı'na "Sesin çok yüksek çıkıyor. Biliyorum ki sesinin bu kadar çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir." demişti.
İsrail hala sesini yükseltip diğer sesleri bastırarak halklı olduğu algısını koruyabileceğini sanıyor.
Ama Gazze'deki soykırım her şeyi değiştirdi.
Dünya, özellikle de sokaklar artık bunu "yemiyor."
O günlerden bu günlere geldik.
Erdoğan o zaman kimsenin yapamadığını yapmıştı.
Şimdi de öyle.
Türkiye, Gazze'de İsrail soykırımının durmasında çok kilit bir rol oynadı.
Trump da buna defalarca vurgu yaptı.
Mısır'da 35 liderin katıldığı zirvede de Katar, Mısır ve ABD ile birlikte ortak beyana imza attı.
O zirve zaten "Bu iş burada bitmeyecek. Kalıcı barışa giden yolun takipçisi olacağız" demekti.
Türkiye ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o beyana imzasıyla sürecin dört fiili garantöründen biri oldu.
Haberlerde sıkça yer aldı.
Başta İsrail Başbakanı Netanyahu o zirveye davet edilmemişti.
ABD Başkanı Trump Tel Aviv'e indikten sonra işler değişti.
Muhtemelen Trump'ın girişimiyle, ev sahibi Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Netanyahu'yu da davet etti.
Oysa Hamas yoktu.
İsrail'in üstünlüğünü nasıl kaybettiğinin çok güzel bir örneğini de burada gördük.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, rest çekti.
"Netanyahu katılırsa ben yokum" dedi.
Bazı Arap liderler de destek verdi.
Çok önemli çok kıymetli bir tavırdı.
Bana kalırsa ikinci "One minute" vakasıydı.
Sonuçta Netanyahu zirveye katılamadı.
İsrail Başbakanı öyle bir duruma düşürüldü ki, bence katılmaması kadar katılması da onu sıkıntıya sokabilirdi.
Tercih katılmamasından yana kullanıldı ve bu gayet anlaşılır.
Zira Trump'ın, İsrail'i hemen bölge ülkeleriyle kaynaştırmaya ve İbrahim Anlaşmaları'nı ilerletmeye çalışma girişimi olarak algılanmasını doğal buluyorum.
Lakin katılmış olsaydı da kendisine açıkça "Son soykırımcısın" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'la, Filistin Devleti'ni yeni tanımış olan liderlerle aynı masaya oturacaktı.
Onların gözlerinin içine bakmak zorunda kalacaktı.
Orada çok ciddi şekilde sıkıştırılması söz konusu olabilirdi.
Ve Türkiye'nin başını çektiği cephenin doğru hamleleriyle verilecek o resim, Netanyah'yu iç siyasette de ciddi şekilde zorlayabilirdi.
Tabii bunların süreci rayından çıkarma riski de olabilirdi.
Mısır'da imzalanan belge adaletli bir çözüm vizyonu ortaya koyuyor.
Umarım başarılabilir.
Elbette herkes İsrail'in süreci sabote etme riskinin ortadan kalkmadığının farkında.
Burada da iş en çok ABD Başkanı Trump'a düşüyor.
Trump, zirveden ayrılırken Erdoğan ile sürekli irtibatta olacağını söyledi.
Bu İsrail'i dizginlemek adına çok önemliydi.
Erdoğan'ın Mısır dönüşü uçakta yaptığı açıklamalardan anlıyoruz ki, İsrail bunu bozarsa çok daha büyük bir bedel ödeyeceğini anlamış durumda.
Buna karşılık Başkan Trump da dahil, ABD'nin tüm yönetimlerinin İsrail'e koşulsuz destek vermeyi ana politikaları olarak uyguladıklarını unutmamak gerek.
Şimdi "ateşkes ve büyük barış" diyen Trump, kendisini İsrail'in Beyaz Saray'daki en büyük dostlu olarak tanımlıyor.
Şu anda bu soykırımın ABD'ye artık fayda getirmeyeceğinin farkına varmış durumda.
Bu farkındalığı daha da güçlendirmekse sürecin seyrini asıl etkileyecek olandır.
Anlaşılan o ki Trump, artık durması karşılığında Netanyahu'ya bazı sözler vermiş.
Öncelikle de hakkındaki yerel ve uluslararası dava süreçlerinden onu kurtarmayı vadetmiş görünüyor.
ABD Başkanı daha önce, İsrail yargısının Netanyahu hakkındaki davaları düşürmesini istemişti.
Bu kez doğrudan parlamentodaki konuşmasında, İsrail Cumhurbaşkanı'na seslendi.
Netanyahu için af talep etti.
Çok da manidar oldu.
Binyamin Netanyahu İsrail'de görevi kötüye kullanma, yolsuzluk ve hırsızlıktan yargılanıyor.
Af ise suçu kesinleşmiş ve hüküm giymişler için kullanılır.
Aslında Trump bu çağrısıyla, Netanyahu'nun hırsızlığını da tescillemiş olmadı mı?
Gazze'ye dönecek olursak, asıl mücadele şimdi başlıyor.
İnsanların hızla başlarını sokacakları daha düzgün yerlere ihtiyaçları var.
Çünkü İsrail taş üstünde taş bırakmadı.
Türkiye desteği daha da artırarak sürdürüyor.
Diğer ülkeler de elini taşın altına koyuyor.
İnşallah kış gelmeden bir çözüm bulunur.
İsrail'in serbest bıraktığı Filistinli esirler ve tutuklular da bir bir ailelerine dönüyor.
Ortaya çıkan manzaralarsa İsrail'in fiziksel işkencelerin yanında ne kadar büyük psikolojik işkenceler de yaptığını gösteriyor.
Kimi 28 yıllık esaretten kurtuldu.
Kızı babasını ilk kez gördü.
Kimi 21 yıl sonra ilk kez kardeşini gördü.
Bir anneye oğlunun öldüğü söylenmiş.
Son takasla öğreniyor ki meğer yıllardır İsrail zindanlarındaymış.
Bir başkasına hapisteyken tüm ailesinin öldüğü söylenmiş.
İletişimi olmadığı için zaman içinde inanmış ve kabullenmiş.
Eve döndüğünde bütün ailesini karşısında görüyor.
Anne oğlunu, çocuk babasını tanıyamıyor...
Bu nasıl kara bir vicdanın eseri olabilir, anlamak geçekten zor.


Yazarın diğer yazıları
Çağrı Alkan
TRÇ
Çağrı Alkan
Utanıyorum