Nükleere dönüş
İsrail'in Gazze'deki katliamları, Ukrayna savaşı, NATO-Rusya çekişmesi derken biraz gündemin gölgesinde kalan önemli bir toplantı vardı.
Perşembe günkü o toplantıya Belçika'nın başkenti Brüksel ev sahipliği yaptı.
Adı 1. Nükleer Enerji Zirvesi'ydi.
30'dan fazla ülkeden liderler, bakanlar, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve uzmanlar katıldı.
Türkiye'yi de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan temsil etti.
İlk kez böyle bir zirve düzenlenmesi bile, nükleer enerjinin ne kadar kritik ve kilit önemde olduğunu gösteriyor aslında.
Zirvenin ortak bildirisinden çıkan sonuçlar da bunu teyit etti.
Dünya, özellikle de Avrupa, nükleer enerjiye dönüyor ve bunun için çok haklı sebepleri var.
Önce zirvenin ortak bildirisine kabaca göz atalım.
Bakalım ne diyor.
Yeni nükleer santraller ve gelişmiş reaktörler inşa edilecek.
Hızla devreye alınacaklar.
Eskilerinin ömrü uzatılacak.
Bunun için teşvikler de artırılacak.
Projeleri rekabetçi şekilde finanse edecek koşullar sağlanacak.
Yani nükleer enerji potansiyeli daha belirgin şekilde ortaya çıkarılacak.
Elbette dünya diğer hiçbir konuda olmadığı gibi bu konuda da hemfikir değil.
Örneğin ABD nükleer sektörün canlandırılmasını destekliyor.
Bu konuda en hevesli ülkelerden biriyse Fransa.
Zaten dünyada en çok nükleer reaktöre sahip olan ülkelerden biri de onlar.
Fransa'nın başını çektiği bir grup var.
Nükleer genişlemenin çok önemli olduğuna inanıyorlar.
Almanya ve Avusturya'nın başını çektiği bir başka grupsa buna karşı.
Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir kaynaklara odaklanılmasını istiyorlar.
Zaten Brüksel'deki zirveye de katılmadılar.
Aslında dünya, özellikle de Avrupa yavaş yavaş nükleerden uzaklaşmaya başlamıştı.
Peki, ne oldu da birden bu "u dönüşü" geldi?
Evet, bir dönüş var ama buna "birdenbire" demek çok da yerinde değil.
Çünkü bu karar son yıllarda yaşanan ciddi sancıların, çekilen karın ağrılarının sonucu.
Rusya-Ukrayna savaşı üçüncü yılında.
Savaştan önce dünyanın en önemli gündemlerinden biri, iklim kriziyle mücadele ve yeşil enerjiye dönüştü.
Yani yenilenebilir enerji kaynaklarıyla, sıfır karbon salınımıyla enerji üretmek.
Öyle ki EURATOM'un, yani Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu'nun bütçesi bile yüzde 20 azaltılmıştı.
Özellikle Avrupa bunun için kaynak ayırabiliyordu çünkü mevcut enerji ihtiyacını uygun fiyatlı Rus petrolüyle karşılıyorlardı.
Savaş başlayınca işler değişti.
Rusya'ya ağır yaptırımlar geldi.
Moskova da karşı hamleler yaptı.
Sonucunda Rusya'dan Avrupa'ya petrol akışı çok büyük oranda azaldı.
Ancak Avrupa'nın enerji ihtiyacı aynıydı.
Hatta daha da artmıştı.
Acil ihtiyacı karşılamak için çok pahalı alternatiflere yönelmek zorunda kaldılar.
Yani denize düşüp yılana sarıldılar.
Ve anladılar ki enerjide bağımsızlık onlar için hayati önemde.
Avrupa ikili bir çıkmazın içinde kaldı.
Bir yanda enerji bağımsızlığı meselesi ve artan ihtiyacı uzun süreli olarak Rusyasız karşılama zorunluluğu var.
Diğer yanda, iklim değişikliği iyice dünyanın boğazını sıkıyor.
İnsanoğlunun kendi eliyle getirdiği bu felaketi en azından kontrol altında tutabilmek için çok zamanı kalmadı.
Evet güneş, rüzgar, deniz gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına büyük yatırımlarla teoride bunu başarabilmek mümkün ama henüz o aşamaya ulaşabilmek için çok uzun bir yol var.
Mevcut altyapı bu ihtiyacı karşılamaz.
Çözüme ise acilen ulaşmak gerekli.
İşte nükleer enerji tam da burada yeniden gündeme geldi.
Nükleer enerji üretim süreci, atık yönetimi ve çevre gibi konularda çok hassas ve dikkatli davranmayı gerektiriyor.
Burası doğru.
Ancak mevcut teknoloji ve yöntemlerle bunu daha da güvenilir şekilde sağlamak mümkün.
Zira nükleer santrallere yapılan yatırımın çok büyük kısmı güvenlik önlemlerine harcanıyor.
Öte yandan nükleer enerji, elektriğin üretim süreci göz önüne alındığında çevreci olarak bilinir.
Hatta Avrupa Birliği'nin de "yeşil yatırım" kategorisindedir.
Çünkü nükleer enerjiyle elektrik ürettiğiniz sırada doğaya neredeyse hiç karbon salınımı olmaz.
Karbon, atmosferde küresel ısınmaya katkıda bulunan en önemli madde.
Sanayinin ve ulaşımın da hızla elektriğe dönmeye başladığını düşünürsek, on yıllar alacak geçiş döneminde hem küresel ısınmayla mücadele etmek, hem enerji güvenliğinde stratejik özerkliği sağlamak için mantıklı bir yol gibi duruyor.
BM Uluslararası Enerji Ajansı'nın başında bir Türk var.
Dr. Fatih Birol....
Bu alanda oldukça yetkin bir isim.
Öyle ki aynı göreve ikinci dönem için de seçildi.
Kendisi "Nükleer enerjinin desteği olmadan iklim hedeflerimize zamanında ulaşma şansımız yok" diyor.
Ve iklimi değişikliğini kontrol altında tutmak için zamanlama her şey demek.
O zamanı tutturamazsak çocuklarımıza felaketlerle dolu bir dünya bırakacağız.
Son yıllarda aşırı hale gelen iklim koşulları ve sık sık yaşanan afetler, gelecekte yaşanacakların yanında sadece küçük birer prova olarak kalabilir.
Durum bu...
Ortaya çıkan tablo, aslında Türkiye'nin de son dönemde ne kadar doğru hamleler yaptığını teyit ediyor.
Türkiye, Ukrayna'nın yanında Rusya ile de iyi ilişkileri korudu.
Bu sayede Avrupa'nın yaşadığı büyük enerji krizini yaşamadı.
Öte yandan iklim değişikliğiyle mücadele için de çoktan elini taşın altına koymuş durumda.
Her ne kadar sera gazı emisyonunda dünyadaki payı yüzde 1'in altında da olsa, 2053'te "net sıfır emisyon" hedefini açıkça ilan edeli yıllar oluyor.
2053'te yenilenebilir enerjinin payı yüzde 69'a çıkarılacak.
Ve bu süreçte nükleer enerji de Türkiye için hayati önemde olacak.
Çünkü bir yandan da gelişen sanayi ve artan nüfus nedeniyle elektrik ihtiyacı sürekli artıyor.
Akkuyu Nükleer Santrali tam kapasite çalıştığında Türkiye'nin elektrik ihtiyacının yüzde 10'unu tek başına karşılayacak.
Ardından iki santral daha inşa edilmesi hedefleniyor.
Ve bu hedefler günümüzde Avrupa'nın stratejik enerji hedefleriyle birebir örtüşüyor.
Sözün özü, nükleer enerji günümüz şartlarında sürdürülebilir geleceğin anahtarı olarak görünüyor ve Türkiye de son dönemde bu konuda çok yerinde adımlar atıyor.