ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Son dakika!

Aslında pek çok iz vardır, gelmekte olana, mesela bir katliama işaret eden. Yine de haber diliyle söylemek gerekirse, "son dakika" başlığıyla düşer ekranlara yeni durum. Önce iş nereye varacak endişesi sarar insanı. Sonra yaralananlardan, ölenlerden bahsedilir. Bombalanan hastaneler, evler, meydanlar anlatılır. Hava saldırısı, kara saldırısı. Kaçı sivil, kaçı kadın, kaçı yaşlı, kaçı çocuk... Sayı olur canlar. Onlar, yüzler, binler sayılır. Derken, ona da alışılır. Hepsi, biz yaşarken gözümüzün önünde olur. İnsanlık gözü açık olan için, bir yudum suyu kana kana içmek, bir lokmayı tasasız yutmak, kaygısız uyumak, tasasız gülebilmek çok, çok zordur.

Yıllar evvel Karabağ katliamının yıldönümünde yayına hazırlanırken, konuğuma sormuştum, "Neden başınıza gelenleri hemen o günlerde böyle anlatamadınız?" Safça, hatta cahilceydi, ama sordum. Konuğumun beni bugün bile ürperten cevabı hâlâ kulaklarımda; "Doksanlı yıllardaydık, her şey dünyanın gözü önünde oluyordu zaten. Bir de ispata mecbur olduğumuzu hiç düşünmemiştik."

Evet, biz yaşarken oldu her şey. Karabağ da gözümüzün önünde oldu. Saraybosna, Srebrenitsa da, Filistin de, Gazze ve Batı Şeria da. Son dakikada, aniden, bir seferlik de değil; aylarca, yıllarca. Soykırım yaşandı, bugün de yaşanıyor. Ve soykırıma maruz kalan uluslararası hukuk(!)un koruması altındaki beyaz ötesi beyaz değil de, bu seçkin çerçevenin içine sığdırılmayan "öteki" olunca, kan donduran bir ahlaksızlık çıkıyor ortaya. Açık seçik, pervasız katliamı ispat mecburiyeti doğuyor, zaten o da bir işe yaramıyor.

Bosna halkı evlerinden alınıp kamplara sürüldüğünde, erkekler öldürülüp kadınlar tecavüze uğradığında, yaşlılar, çocuklar işkence gördüğünde uluslar arası hukuk ve siyaset beklemeye başlamıştı. Sırpların 'işi' henüz bitmemişti. Sonra rüzgar tersine döndü. Boşnaklar askeri bakımdan toparlanıp mukavemet gösterip hatta karşılık vermeye başlayınca siyasi çözüm için arabuluculuk nihayet akla gelebildi. Kör topal bir anlaşma ile en azından katliam durdu. Ancak yaşanana soykırım denilmesi için on yılların geçmesi gerekti. Savaştan sonra yıllarca devam eden mahkemelerde, her yıl yeni toplu mezarların bilgileri eklendi dosyalara. (Otuz yıl sonra bugün de yeni mezarlara ulaşılıyor Bosna'da)

Hafıza ve vicdanlarda bıraktığı leke ve acılarla, üzerinden otuz yıl da geçmişken, sadece şehit naaşı çıkmıyor mezarlardan. Kaydedilmiş anılar da çıkıveriyor. 1993-1995 yılları arasında Sırpların Boşnak soykırımı devam ederken, bizimkine benzemese de hayatta kalan Boşnaklar da yaşıyorlardı. En azından nefes alıyorlardı. Sırpların soykırımı ve dünyanın körlüğü içinde nasıl yaşıyorlardı acaba? "Gündelik hayat" dediğimiz şey, o yıllarda Bosna Hersek'te neye benziyordu? Yönetmen Clarissa Thieme "Saraybosna'yı Hatırlıyor Musun?" sergisiyle soruyor, sorduruyor bunu.

2 Kasım'da başlatılıp, 31 Aralığa kadar İstanbul'un çeşitli kültür mekanlarında devam etmesi planlanan Bosna Sancak Kültür Günleri'nin pek çok etkinliği var, ve hepsi kıymetli çalışmalar. Ama şüphesiz en sarsıcı parça "SarayBosna'yı Hatırlıyor Musun?" başlıklı 4000 saatlik sivil video arşivi. Saraybosna kuşatma altındayken Hamdiya ve Nihad Kreševljaković kardeşler ile Nedim Alikadić öncülüğünde bir grup Saraybosnalı tarafından 1992-1995 yılları arasında el kameraları ile çekilen amatör videoların özel bir koleksiyonu, yönetmen Clarissa Thieme'in elinden geçerek son halini almış. Hem tarihe (yine, yeni; ötekiler yetmiyormuşçasına) not, hem de insanlığa davet. (Hangi insan, hangi insanlık...)

Kültür günlerini 2016 yılından bu yana düzenleyen Bosna Sancak Akademik Tarih Ve Kültür Vakfı Başkanı Fuat Çimen, etkinlik serisinin sanat yönetmeni Azra Tüzünoğlu ve yönetmen Clarissa Thieme sergi açılışında birbirinden ayrı noktalarda konuklarla sohbet ederken kulak misafiri oldum; ortak bir endişe ve üzüntü içinde konuşuyorlardı; "Bugün Bosna'nın soykırım geçmişini konuşuyor ve o günün insanlarını anlamaya, hissetmeye çalışıyoruz. Ama zulüm, soykırım bitmedi, bitmiyor. Filistin'i ne zaman konuşacağız. Bir otuz yıl sonra mı?"


Yazarın diğer yazıları