ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE

Uzmanlar uyarıyor: Diabetes insipidus sandığınızdan daha tehlikeli olabilir

Özkan Özcan - | Son Güncelleme Tarihi:
Uzmanlar uyarıyor: Diabetes insipidus sandığınızdan daha tehlikeli olabilir

Türkiye'de diabetes insipidus, diyabetin bilinen tiplerinden farklı olarak kan şekeriyle ilişkili olmayan, ancak ciddi sonuçlara yol açabilen bir hastalık olarak dikkat çekiyor. Uzmanlar, bu rahatsızlığın belirtileri ve tedavi yöntemleri konusunda toplumu bilinçlendirmek gerektiğini vurguluyor.

Kapat

HABERİN DEVAMI

Türkiye'de diyabet denildiğinde çoğu kişinin aklına tip 1 veya tip 2 diyabet geliyor. Ancak kan şekeriyle hiçbir ilgisi olmayan, fakat yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyen başka bir diyabet türü daha var: diabetes insipidus. Bu hastalık, ülkemizde ve dünyada binlerce kişinin hayatını sessizce etkiliyor. Diabetes insipidus, toplumda yeterince tanınmayan bir sağlık sorunu olmasına rağmen, erken teşhis edilmediğinde ciddi komplikasyonlara yol açabiliyor. Özellikle sürekli susuzluk, aşırı su tüketimi ve sık idrara çıkma gibi belirtilerle kendini gösteren bu rahatsızlık, doğru tedavi edilmediği takdirde hayati riskler taşıyor.

Diabetes insipidus nedir ve nasıl ortaya çıkar?

Diabetes insipidus, isminde "diyabet" kelimesi geçmesine rağmen, tip 1 ve tip 2 diyabetten tamamen farklı bir hastalıktır. Tip 1 ve tip 2 diyabette temel sorun, vücudun insülin üretiminde ya da kullanımında yaşanan aksaklıklardır ve bu durum doğrudan kan şekeri seviyelerini etkiler. Oysa diabetes insipidus'ta sorun, su dengesini sağlayan arginin vazopressin (AVP) adlı hormonun üretimi veya böbrekler tarafından algılanmasında ortaya çıkar. AVP, hipofiz bezinde üretilen ve böbreklere suyun tutulması gerektiğini bildiren bir hormondur. Eğer bu hormon yeterince salgılanmaz ya da böbrekler bu hormona yanıt vermezse, vücut suyu tutamaz ve kişi sürekli olarak büyük miktarlarda seyreltilmiş idrar yapar. Sonuç olarak, hasta ne kadar su içerse içsin, susuzluk hissi bir türlü geçmez ve vücut hızla su kaybeder.

Türkiye'de diabetes insipidus tanısı alan kişi sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, tıp literatüründe bu hastalığın nadir görüldüğü belirtiliyor. Buna rağmen, tanı konulmamış vakaların sayısının daha fazla olabileceği düşünülüyor. Özellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde görülen belirtiler, bazen başka hastalıklarla karıştırılabiliyor. Bu nedenle, diabetes insipidus'un toplumda yeterince bilinmemesi, teşhis ve tedavi süreçlerini olumsuz etkileyebiliyor.

Belirtiler, nedenler ve risk faktörleri

Diabetes insipidus'un en belirgin özelliği, kişinin normalden çok daha sık ve fazla miktarda idrara çıkmasıdır. Bu durum, beraberinde sürekli bir susuzluk hissini ve aşırı su tüketimini getirir. Hastalar, gün boyunca litrelerce su içmek zorunda kalabilir ve buna rağmen ağız kuruluğu, halsizlik ve baş dönmesi gibi şikayetler yaşayabilirler. İdrarın rengi genellikle çok açıktır ve yoğunluğu düşüktür. Bu belirtiler, tip 1 ve tip 2 diyabetin idrarda şeker bulunmasıyla oluşan tatlı kokusundan farklıdır; diabetes insipidus'ta idrarda şeker yoktur.

Hastalığın ortaya çıkmasında birden fazla neden rol oynayabilir. En yaygın neden, AVP hormonunun üretiminde yaşanan eksikliktir. Bu durum, merkezi diabetes insipidus olarak adlandırılır ve genellikle hipotalamus veya hipofiz bezinde oluşan tümörler, travmalar, cerrahi müdahaleler veya bazı enfeksiyonlar sonucu gelişebilir. Ayrıca genetik faktörler de hastalığın ortaya çıkmasında etkili olabiliyor. Nadir durumlarda ise, gebelik sırasında ortaya çıkan gestasyonel diabetes insipidus görülebilir. Burada, plasentadan salgılanan enzimler AVP hormonunu parçalayarak etkisiz hale getirir. Bu tip genellikle doğumdan sonra kendiliğinden düzelir.

Bazı hastalarda ise böbrekler AVP hormonuna yanıt veremez. Bu duruma nefrojenik diabetes insipidus adı verilir ve çoğunlukla böbreklerin doğuştan gelen bir hassasiyeti ya da lityum gibi bazı ilaçların uzun süreli kullanımı sonucu gelişir. Ayrıca, elektrolit dengesizlikleri ve bazı böbrek hastalıkları da bu tabloya yol açabilir. Türkiye'de özellikle psikiyatrik hastalıklarda kullanılan lityum tedavisi alan bireylerde, diabetes insipidus riski daha yüksektir.

Tanı ve tedavi yöntemleri

Diabetes insipidus tanısı koymak için öncelikle hastanın şikayetleri ve tıbbi öyküsü detaylı şekilde değerlendirilir. Ardından, idrar ve kan testleriyle vücudun su dengesi ve hormon düzeyleri incelenir. AVP hormonunun seviyesi, idrarın yoğunluğu ve kan sodyum düzeyleri tanı koymada önemli rol oynar. Ayrıca, su kısıtlama testi gibi özel uygulamalarla böbreklerin su tutma kapasitesi değerlendirilir. Tanı sürecinde, tip 1 ve tip 2 diyabetten ayırt edilmesi büyük önem taşır. Çünkü diabetes insipidus'ta kan şekeri normaldir ve idrarda şeker bulunmaz.

Hastalığın tedavisi, altta yatan nedene göre değişiklik gösterir. Merkezi diabetes insipidus'ta, eksik olan AVP hormonunun sentetik versiyonu olan desmopressin kullanılır. Bu ilaç, tablet, burun spreyi veya enjeksiyon şeklinde uygulanabilir ve hastaların su dengesini hızla düzeltir. Nefrojenik diabetes insipidus'ta ise, böbreklerin AVP'ye yanıtı olmadığı için farklı ilaçlar ve düşük tuzlu diyetler önerilir. Ayrıca, su tüketimi dikkatle düzenlenmeli ve elektrolit dengesi korunmalıdır. Tedavi edilmeyen vakalarda, ciddi su kaybı ve sodyum dengesizliği nedeniyle hayati komplikasyonlar gelişebilir. Bu nedenle, sürekli susuzluk ve aşırı idrara çıkma şikayeti olan herkesin mutlaka bir uzmana başvurması gerekir.

Diabetes insipidus ve toplumsal farkındalık

Türkiye'de diabetes insipidus hakkında toplumsal farkındalık oldukça düşük seviyededir. Birçok kişi, aşırı su içme ve sık idrara çıkma şikayetlerini önemsemeyip, bunları sıcak havalara veya günlük streslere bağlayabiliyor. Oysa bu belirtiler, vücudun su dengesinin ciddi şekilde bozulduğunun işareti olabilir. Özellikle çocuklarda ve yaşlılarda, tedavi edilmediği takdirde hızlı sıvı kaybı ve elektrolit bozuklukları gelişebilir. Bu da, baş ağrısı, bilinç bulanıklığı, kas krampları ve hatta nöbetler gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.

Son yıllarda, sağlıklı yaşam trendleriyle birlikte aşırı su tüketimi teşvik ediliyor. Ancak, gereğinden fazla su içmek de vücutta sodyum seviyesinin tehlikeli şekilde düşmesine neden olabilir. Diabetes insipidus hastalarında bu risk çok daha yüksektir. Bu nedenle, sürekli susuzluk hissi ve açıklanamayan yüksek su tüketimi yaşayan bireylerin mutlaka tıbbi değerlendirmeden geçmesi gerekir. Ayrıca, toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi, erken tanı ve tedavi açısından büyük önem taşır.

Sonuç: Erken tanı hayat kurtarır

Diabetes insipidus, Türkiye'de nadir görülen bir hastalık olmasına rağmen, etkilediği bireylerde yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürebilir. Kan şekeriyle ilişkili olmayan bu hastalık, su dengesinin bozulmasıyla ortaya çıkar ve tedavi edilmediğinde hayati tehlikeler yaratabilir. Özellikle sürekli susuzluk, aşırı su tüketimi ve sık idrara çıkma gibi belirtileri olan herkesin zaman kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurması gerekir. Uzmanlar, diabetes insipidus'un toplumda daha fazla tanınması ve erken tanı konulmasının, hastalığın yol açabileceği komplikasyonların önlenmesinde kritik rol oynadığını vurguluyor. Türkiye'de sağlık otoritelerinin ve sivil toplum kuruluşlarının bu konuda farkındalık çalışmaları yapması, hem hastaların hem de toplumun genel sağlığı açısından büyük önem taşıyor.


Etiketler:
diabetes insipidus diyabet su dengesi böbrek sağlığı hormon bozukluğu