ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE

Kalp hastalığı riskinde kolesterol mü, C-reaktif protein mi daha önemli?

Duygu Göktürk - | Son Güncelleme Tarihi:
Kalp hastalığı riskinde kolesterol mü, C-reaktif protein mi daha önemli?

Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan son araştırmalar, kalp hastalığı riskinin belirlenmesinde C-reaktif protein adlı biyomarkerın, kolesterolden daha etkili olduğunu ortaya koydu. Uzmanlar, C-reaktif protein seviyelerinin ölçülmesinin, kalp hastalığına karşı daha kapsamlı bir risk değerlendirmesi sunduğunu vurguluyor.

Kapat

HABERİN DEVAMI

Amerika Birleşik Devletleri'nde kalp hastalığı, ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer almaya devam ediyor. Son dönemde yapılan bilimsel çalışmalar ise, kalp hastalığı riskinin belirlenmesinde kolesterolün tek başına yeterli olmadığını, C-reaktif protein (CRP) adlı bir biyomarkerın bu konuda daha güvenilir sonuçlar verdiğini gösteriyor. Uzmanlar, CRP seviyelerinin ölçülmesinin, kalp hastalığına karşı alınacak önlemlerde yeni bir dönemin kapısını aralayabileceğine dikkat çekiyor.

C-reaktif protein nedir ve neden önemli?

C-reaktif protein, vücudun bağışıklık sistemi tarafından enfeksiyon, doku hasarı, otoimmün hastalıklar ve bazı metabolik rahatsızlıklar gibi durumlara yanıt olarak karaciğer tarafından üretilen bir proteindir. CRP, özellikle düşük dereceli iltihaplanmanın göstergesi olarak kabul ediliyor. Kanda yapılan basit bir testle ölçülebilen bu protein, vücuttaki iltihap düzeyinin anlaşılmasında önemli bir rol oynuyor. Eğer CRP seviyesi desilitre başına 1 miligramın altındaysa, bu durum vücutta minimal düzeyde iltihaplanma olduğunu ve kalp hastalığı riskinin düşük olduğunu gösteriyor. Ancak CRP seviyesi 3 miligramın üzerine çıktığında, bu artan iltihaplanma düzeyine ve dolayısıyla kalp hastalığı riskinin yükseldiğine işaret ediyor. ABD'de yapılan araştırmalara göre, yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 52'sinin kanında yüksek CRP seviyeleri tespit edilmiş durumda. Bu da toplum genelinde iltihaplanmanın yaygın bir sorun olduğunu ortaya koyuyor.

CRP, kolesterolden daha iyi bir risk göstergesi mi?

Geleneksel olarak kalp hastalığı riski, hastaların kolesterol düzeyleri üzerinden değerlendirilmekteydi. Ancak son yirmi yılda biriken bilimsel kanıtlar, CRP'nin kalp hastalığı riskini tahmin etmede kolesterolden daha güvenilir bir gösterge olduğunu ortaya koydu. Özellikle LDL kolesterol (düşük yoğunluklu lipoprotein) ve genetik olarak aktarılan lipoprotein(a) gibi diğer biyomarkerlarla kıyaslandığında, CRP'nin kalp krizi ve inme riskini öngörmede daha etkili olduğu anlaşıldı. Hatta bazı çalışmalar, CRP seviyelerinin kalp hastalığını, kan basıncı kadar iyi tahmin edebildiğini gösteriyor. Bu bulgular ışığında, Amerikan Kardiyoloji Koleji Eylül 2025'te, tüm hastalarda kolesterol ölçümüne ek olarak CRP taramasının da rutin olarak yapılmasını öneren yeni bir kılavuz yayımladı. Böylece, kalp hastalığı riskinin daha kapsamlı ve doğru bir şekilde değerlendirilebilmesi hedefleniyor.

İltihaplanmanın kalp hastalığındaki rolü

İltihaplanma, kalp hastalığının gelişiminde temel bir faktör olarak öne çıkıyor. Damar duvarlarında yağlı plakların oluşumu ve birikimi, tıpta ateroskleroz olarak bilinen ve kalp krizi ile inmeye yol açabilen bir sürecin başlangıcıdır. Damarlar, yüksek kan şekeri veya sigara dumanı gibi zararlı etkenlere maruz kaldığında, bağışıklık hücreleri hızla hasarlı bölgeye yönelir. Bu hücreler, dolaşımdaki kolesterol parçacıklarını çevreleyerek damar duvarında yağlı plaklar oluşturur. Zamanla, bu plakların üzerini saran bağışıklık hücreleri, plak kabuğunu zayıflatabilir ve yırtılmasına neden olabilir. Sonuç olarak, damarda kan akışını engelleyen pıhtılar oluşur ve bu durum, kalp krizi veya inme ile sonuçlanabilir. Bu süreçte, kolesterol yalnızca tablonun bir parçası olarak kalırken, bağışıklık sisteminin ve dolayısıyla iltihaplanmanın sürecin her aşamasında belirleyici olduğu vurgulanıyor.

Yaşam tarzı ve CRP seviyeleri arasındaki ilişki

Günlük yaşamda yapılan tercihler, CRP seviyeleri üzerinde doğrudan etkili olabiliyor. Özellikle lif bakımından zengin besinler, sebzeler, baklagiller, kuruyemişler ve tohumlar; ayrıca böğürtlen, zeytinyağı, yeşil çay, chia ve keten tohumu gibi gıdalar, CRP düzeylerinin düşürülmesine katkı sağlıyor. Bunun yanı sıra, düzenli egzersiz yapmak ve kilo vermek de CRP seviyelerini azaltan önemli faktörler arasında yer alıyor. Dolayısıyla, sağlıklı bir diyet ve aktif bir yaşam tarzı benimsemek, vücuttaki iltihaplanmayı azaltarak kalp hastalığı riskini düşürmeye yardımcı olabiliyor. Uzmanlar, bu tür yaşam tarzı değişikliklerinin, kalp sağlığının korunmasında ve CRP seviyelerinin kontrol altında tutulmasında büyük önem taşıdığını belirtiyor.

Kolesterolün kalp hastalığı riskindeki yeri

Kolesterol, kalp hastalığı riskini belirlemede tek başına en önemli gösterge olmasa da, hâlâ kritik bir rol oynuyor. Özellikle LDL kolesterolün miktarı, kalp hastalığı riskini artıran temel faktörlerden biri olarak kabul ediliyor. Ancak, aynı kolesterol seviyesine sahip iki bireyin kalp hastalığı riski farklı olabiliyor. Bunun nedeni, riskin sadece kolesterol miktarına değil, kötü kolesterolün paketlendiği parçacıkların sayısına da bağlı olmasıdır. Dolaşımdaki kolesterol parçacıklarının sayısını ölçen apolipoprotein B testi, kalp hastalığı riskini belirlemede geleneksel kolesterol ölçümlerinden daha hassas sonuçlar verebiliyor. Ayrıca, lipoprotein(a) adı verilen ve kolesterol parçacıklarını daha yapışkan hale getiren bir başka biyomarker da, kalp hastalığı riskinin değerlendirilmesinde öne çıkıyor. Ancak lipoprotein(a) düzeyleri genetik olarak belirleniyor ve yaşam tarzından etkilenmiyor; bu nedenle, ömür boyu yalnızca bir kez ölçülmesi yeterli oluyor.

Kalp hastalığını önlemenin yolları

Kalp hastalığı, birçok farklı risk faktörünün ve bunların yaşam boyu etkileşimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle, kalp hastalığını önlemek yalnızca kolesterolü düşüren bir diyetle sınırlı kalmıyor; daha kapsamlı ve bütüncül bir yaklaşım gerektiriyor. LDL kolesterol, CRP, apolipoprotein B ve lipoprotein(a) seviyelerinin birlikte değerlendirilmesi, bireylerin kalp hastalığı riskini daha doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı oluyor. Uzmanlar, sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz, yeterli uyku, stresin etkin yönetimi, ideal kilonun korunması ve sigara kullanımının bırakılması gibi yaşam tarzı değişikliklerinin, kalp hastalığına karşı en etkili koruma yöntemleri olduğunu belirtiyor. Bu önlemler, hem CRP seviyelerinin hem de diğer risk göstergelerinin kontrol altında tutulmasına katkı sağlıyor.

Sonuç olarak, Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan güncel araştırmalar, C-reaktif protein ölçümünün kalp hastalığı riskinin belirlenmesinde kolesterolden daha güvenilir bir gösterge olduğunu ortaya koyuyor. CRP seviyelerinin düzenli olarak takip edilmesi ve yaşam tarzı değişiklikleriyle iltihaplanmanın azaltılması, kalp sağlığının korunmasında önemli bir rol oynuyor. Uzmanlar, bireylerin hem kolesterol hem de CRP gibi biyomarkerlarını bilerek, kalp hastalığına karşı daha bilinçli ve etkin önlemler alabileceğini vurguluyor.


Etiketler:
kalp hastalığı C-reaktif protein kolesterol biyomarker sağlık