ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE

Nükleer tehditler artıyor mu? Yapay zekanın etkisi ne kadar?

Büşra Mutlu - | Son Güncelleme Tarihi:
Nükleer tehditler artıyor mu? Yapay zekanın etkisi ne kadar?

Nükleer tehditler, ABD, Rusya ve Çin'in politikalarıyla yeniden gündemde. Uzmanlar, küresel silah kontrol anlaşmalarının zayıflamasıyla birlikte dünyanın benzeri görülmemiş bir riskle karşı karşıya olduğunu vurguluyor.

Kapat

HABERİN DEVAMI

Dünya, nükleer tehditlerin giderek artan bir ciddiyetle yeniden gündeme geldiği bir döneme giriyor. ABD, Rusya ve Çin'in nükleer politikalarındaki değişimler, silah kontrol anlaşmalarının zayıflaması ve yeni teknolojilerin askeri alana entegrasyonu, küresel güvenlik dengelerini önemli ölçüde sarsıyor. Son gelişmeler, nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik onlarca yıllık çabaların ciddi şekilde sekteye uğradığını ve bu durumun uluslararası toplumda endişe yarattığını gösteriyor.

Küresel nükleer tehdit neden artıyor?

Nükleer tehdit kavramı, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ilk kez bu kadar yoğun şekilde tartışılıyor. 2022 yazında, ABD Başkanı Joe Biden'ın Suudi Arabistan'daki Orta Doğu liderleriyle gerçekleştirdiği zirvede, kendisine en çok endişe veren konunun nükleer savaş olduğu sorulduğunda, Biden tereddütsüz şekilde nükleer savaşı işaret etti. Bu açıklama, yıllardır kontrol altında olduğu düşünülen nükleer tehditlerin yeniden gündeme gelmesinin bir göstergesi oldu. O dönemde, Rusya'nın Ukrayna'ya başlattığı savaş, nükleer silah kontrol anlaşmalarının aşınması, yapay zekanın askeri alanda hızla yaygınlaşması ve Çin'in hızla büyüyen nükleer kapasitesi, küresel güvenlik ortamında yeni bir belirsizlik yarattı. Biden, Ukrayna'daki Rusya kaynaklı yanlış hesaplamaların "her şeyin Armageddon ile sonuçlanabileceğini" belirtirken, risklerin düşük kaldığını da ifade etmişti. Ancak son haftalarda yaşanan gelişmeler, bu risklerin hızla tırmandığını gösteriyor.

Silah kontrol anlaşmalarının zayıflaması ve sonuçları

Küresel nükleer tehditlerin artmasında en önemli etkenlerden biri, Soğuk Savaş döneminden bu yana yürürlükte olan silah kontrol anlaşmalarının giderek işlevsiz hale gelmesi. 1991 yılında imzalanan Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması (START), ABD ve Sovyetler Birliği arasında nükleer silahların sınırlandırılmasını ve karşılıklı denetimi öngörüyordu. Bu anlaşma, 2010 yılında ABD ve Rusya arasında Yeni START adıyla güncellendi ve Şubat 2026'ya kadar uzatıldı. Ancak, Rusya'nın Ukrayna savaşı sonrası anlaşmaya katılımını askıya alması ve Amerikan denetçilerin Rus nükleer tesislerine girişini engellemesi, anlaşmanın geleceğini belirsizliğe sürükledi. Yeni START'ın sona ermesiyle, ABD ve Rusya arasındaki son silah kontrol mekanizması da ortadan kalkacak. Trump'ın uluslararası anlaşmalara mesafeli yaklaşımı ve bu tür düzenlemelerin ABD'nin çıkarlarına uygun olmadığı yönündeki görüşleri, yeni bir anlaşma ihtimalini daha da zayıflatıyor. Bu gelişmeler, nükleer silahların kontrolsüz biçimde yayılma riskini artırıyor ve dünya, Soğuk Savaş'tan bu yana görülmemiş bir belirsizlikle karşı karşıya kalıyor.

Çin'in yükselişi ve yeni nükleer yarış

Nükleer tehditlerin artmasında bir diğer önemli unsur ise Çin'in hızla büyüyen nükleer kapasitesi. Çin, yıllık yaklaşık 100 yeni nükleer başlık üretimiyle dikkat çekiyor. Atom Bilimcileri Bülteni'ne göre, Çin'in elindeki nükleer başlık sayısı 600'e ulaşmış durumda ve bu sayının 2035 yılına kadar 1.500'e çıkabileceği öngörülüyor. Çin'in bu hızlı silahlanma süreci, ABD ve Rusya'nın sahip olduğu 5.000'den fazla başlıkla kıyaslandığında hala düşük görünse de, Pekin'in askeri stratejisinde köklü bir değişime işaret ediyor. Çin, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT) kapsamında tanınan bir nükleer güç olmasına rağmen, nükleer stokunu sınırlamaya yönelik ciddi bir silah kontrol görüşmesine bugüne kadar katılmadı. Pekin, nükleer cephaneliğinin ABD ve Rusya ile kıyaslanamayacak kadar küçük olduğunu savunarak, kendisine farklı bir muamele yapılmasını talep ediyor. Ancak bu yaklaşım, NPT'nin temel ilkeleriyle çelişiyor ve küresel nükleer istikrarı tehdit ediyor. Çin'in nükleer kapasitesini hızla artırması, ABD ve Rusya'yı da yeni bir silahlanma yarışına sürükleyebilir.

Yeni aktörler ve bölgesel nükleer riskler

Küresel nükleer tehdit sadece büyük güçlerle sınırlı değil. Güney Kore, kuzeyde nükleer silahlara sahip bir komşuyla karşı karşıya kalırken, Amerikan güvenlik garantilerinin yeterliliği konusunda tartışmalar yaşanıyor. Güney Kore'de, kendi nükleer kapasitesini geliştirme seçeneği ciddi şekilde gündeme geliyor. Suudi Arabistan ise, İran'ın nükleer silah edinmesi halinde benzer bir yol izleyebileceğini uzun süredir dile getiriyor. Son dönemde Suudi Arabistan ile Pakistan arasında imzalanan karşılıklı savunma paktı, Orta Doğu'da nükleer silahlanmanın yayılma riskini artırıyor. ABD'nin nükleer caydırıcılık şemsiyesini Suudi Arabistan'a genişletme olasılığı, önümüzdeki günlerde Washington'da yapılacak üst düzey görüşmelerde masaya yatırılabilir. Tüm bu gelişmeler, nükleer silahların sadece büyük güçler arasında değil, bölgesel aktörler arasında da yayılma ihtimalini güçlendiriyor.

Yapay zeka ve nükleer karar süreçleri

Nükleer tehditlerin artmasında bir diğer önemli faktör ise yapay zekanın askeri karar süreçlerine entegrasyonu. Yapay zeka tabanlı sistemlerin, nükleer silahların kullanımıyla ilgili analiz ve karar mekanizmalarına dahil edilmesi, insan hatası veya yanlış hesaplama riskini ciddi şekilde artırıyor. Bu durum, Stanley Kubrick'in "Dr. Strangelove" filminde kurgulanan ve insan kontrolü dışında otomatik nükleer fırlatma sistemlerine dayanan "Kıyamet Makinesi" senaryosunu akıllara getiriyor. Artık bu tür senaryolar sadece bilim kurgu olmaktan çıkıyor; gerçek dünyada da benzer riskler tartışılıyor. Yapay zekanın askeri alanda yaygınlaşması, nükleer tehditlerin öngörülemezliğini ve potansiyel yıkıcılığını daha da artırıyor.

Sonuç: Nükleer tehditler karşısında küresel güvenlik

Dünya, nükleer tehditlerin yeniden yükseldiği, silah kontrol anlaşmalarının zayıfladığı ve yeni teknolojilerin askeri alanda belirleyici rol oynadığı bir döneme giriyor. ABD, Rusya ve Çin'in nükleer politikalarındaki değişimler, sadece büyük güçler arasındaki dengeyi değil, aynı zamanda bölgesel aktörlerin de nükleer silah edinme eğilimini tetikliyor. Silah kontrol anlaşmalarının sona ermesi, nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları ciddi şekilde zayıflatıyor. Yapay zekanın askeri karar süreçlerine entegrasyonu ise, nükleer tehditlerin öngörülemezliğini daha da artırıyor. Tüm bu gelişmeler ışığında, küresel güvenliğin korunması için yeni ve kapsamlı bir uluslararası iş birliği gerekliliği her zamankinden daha fazla öne çıkıyor.


Etiketler:
nükleer tehdit silah kontrolü ABD Rusya Çin nükleer silahlanma yapay zeka