ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE

Demokrasiye ihanetin adı: 27 Mayıs 1960 darbesi

Acik Gorus- Dr. Ogretim Uyesi Ibrahim Irdem - | Son Güncelleme Tarihi:
Demokrasiye ihanetin adı: 27 Mayıs 1960 darbesi

Ordu içerisinde hiyerarşik bir komuta zinciri içinde olmaktan ziyade bir grup düşük rütbeli subay tarafından yapılan 1960 darbesi milletin iradesini ötelemiş, vesayetçi bir yönetimin kapılarını aralamıştır. 1960 darbesi, Türkiye'de demokrasiye hançer vurarak kendisinden sonra gelen muhtıralara, darbe ve darbe girişimine zemin hazırlamıştır.

27 Mayıs 1960 darbesi demokrasiye indirilen bürokratik balyozun adıdır. Millet iradesinin yok sayılarak tanklarla bastırıldığı, demokrasinin cuntacıların postalları altında ezilmeye ve demokratik işleyişin bürokratik vesayetin pençesi altında gasp edilmeye çalışıldığı tarihi bir milattır. Türk siyasal hayatında kendisinden sonra gelen 1971 muhtırasının, 1980 darbesinin, 28 Şubat postmodern darbesinin ve 15 Temmuz darbe girişiminin ayak izidir.

Demokrasi; siyasi hürriyetin ferde tatbik edildiği, halkın kendisini idare ve temsil edecek kişileri seçtiği, bünyesinde saygı, hoşgörü, eşitlik, adalet gibi değerleri barındıran yönetim biçimidir. Halkın kendisini yönetme gücü, halkın iradesinin ve sesinin yönetimde karşılık bulduğu rejimin adıdır. Halkın, kaderini kendi tercihi ile belirlemesidir. Özgürlüklerin kısıtlanmasına, halk iradesini baskılayan, haklarını görmezden gelen, halkın siyasal katılımını engelleyen düşünce ve pratiklere karşı çıkar.

Türkiye'de demokrasiye geçiş çok uzun bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti döneminde demokrasi konusunda çeşitli reform çabaları olsa da Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte gerçek anlamda demokratik bir dönüşüm yaşanmıştır. Özellikle 1945 yılında değişen küresel ortam Türk siyaseti açısından belli bir dinamizm yaratmış, iktisadi ve toplumsal tabanın giderek çeşitlenmesi uzun yıllardır süregelen tek parti rejimi yönetimi karşısında çok partili sisteme geçiş çabalarını yoğunlaştırmıştır.

İkinci Dünya Savaşı'nın ortaya çıkardığı olumsuz etkinin hem iktisadi anlamda hem de toplumsal anlamda ülke üzerinde oldukça olumsuz etkileri olmuştur. Savaş durumu nedeniyle savunma harcamalarına yapılan artış ve hayat pahalılığı nedeniyle insanların yaşamını idame ettirmede yaşadığı darboğazlar tek parti yönetimine olan bakış açısını olumsuz yönde etkileyerek çok partili siyasal hayata geçişin kapılarını açmıştır. Bu yıllarda Sovyet Rusya tehdidinin baş göstermesi Türkiye'nin Batı ile olan ilişkilerinin gelişmesini beraberinde getirmiş, Türkiye 1945 yılında Birleşmiş Milletler kurucu üyesi olmuş ve kurucu üye olma şartında aranan çok partili siyasal yaşama geçişe yönelik çabalarını hızlandırmıştır. Siyasal alanda özgürlük, demokrasi, hürriyet gibi kavramlar yoğun bir şekilde tartışılagelmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Milli Kalkınma Partisi (MKP) kurularak, CHP'ye karşı ilk muhalefet partisi siyasal arenaya tezahür etmiştir. Türk siyasal hayatında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimlerinden sonra çok partili siyasal hayata geçişte üçüncü önemli deneme olan MKP, 24 Temmuz 1945'te Nuri Demirağ tarafından kurulmuştur. Kuruluşundan iki sene sonra parti içinde bölünmeler yaşanmıştır. MKP'nin kuruluşundan altı ay sonra ise 7 Ocak 1946 tarihinde Celal Bayar liderliğinde Demokrat Parti (DP) kurulmuştur.

Dörtlü takrir

DP'nin siyasi arenada belirmesinde 1945 yılında CHP'nin önde gelen dört üyesi olan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan'ın Toprak Reformu Kanun Tasarısı'na muhalif tutum sergilemeleri ve 'dörtlü takrir' önergesini CHP grubuna vermesi etkili olmuştur. Bu önergede ulusal egemenliğin ve demokratik kurumların özgür bir şekilde doğmasının ve yaşamasının tecelli edebileceği tek yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde gerçek bir denetimin sağlanmasını, bu duruma engel olan ve Anayasa'nın halkçı ruhunu kısıtlayan yasalarda değişiklik yapılmasını ve parti tüzüğünde de gerekli değişikliklerin hızla tatbik edilmesini istemişlerdir. Ancak önerge reddedilmiş, milletvekilleri partiden ihraç edilmiştir. Celal Bayar ise önce milletvekilliğinden sonra da partisinden istifa ederek 1 Aralık 1945'te yeni bir parti kuracaklarını açıklamıştır.

Tarih 7 Ocak 1946'yı gösterdiğinde Demokrat Parti kurulmuştur. Kuruluşundan çok geçmeden büyük bir halk kitlesini arkasına alan DP, siyasi propagandasında "Yeter! Söz Milletindir!" ifadesini kullanarak geniş bir kitleyi etkilemeyi başarmıştır. Seçim afişleri, mitingler, açık hava toplantıları DP'nin etkili propaganda stratejileri olmuştur. Ancak 1946 seçimleri öncesinde DP'nin yeni bir parti olarak örgütlenmesini tam anlamıyla gerçekleştirememesi, bununla birlikte seçimlerin açık oy ve gizli sayım esasına göre vukuu bulması seçimleri iktidar partisinin kazanmasını sağlamıştır. DP her ne kadar seçimin sonucunu öngörse de 1946 seçimlerine iktidar olmak amacıyla değil, meclise olabildiğince fazla milletvekili kazandırmak amacıyla girmiş, seçime girme kararını bu düşünce çerçevesinde almıştır. Eşraf tarafından bilinen isimler aday gösterilmiş, bir kişi birkaç ilden aday olabilmiştir. 1946 seçimleri demokrasi tarihi açısından şaibeli seçimler olarak nitelendirilmiş, halkın iradesinin sandığa ne kadar yansıdığı tartışmalı hale gelmiştir.

Çevre merkeze taşındı

1946 seçimleri demokrasi özlemi duyan halkı daha da teşvik ederek; gizli oy, açık tasnif yönteminin ilk kez uygulandığı 1950 seçimlerinde çevreyle özdeş bir siyasal hareket olarak görülen DP'nin mecliste en fazla çoğunluğu almasını sağlamıştır. 1950 seçimleri halkın demokrasiye olan tutkusunun nihai zaferinin simgesi olmuştur. DP'nin bu zaferiyle tek parti yönetiminin iktidarı sona ermiş, yıllardır yönetsel alanın dışında kalan 'çevre', merkezde kendisini temsil edecek partiyi iktidar koltuğuna taşımıştır. Ancak çevre unsurlarının merkeze doğru hareketi birtakım askeri ve sivil bürokratik seçkinler tarafından kaygıyla karşılanmıştır. Ayrıcalıklarını ve eski güçlerini yitireceklerini öngören merkezdeki bürokratik elitler, "çevreyi" kuşkulu bir gözle görerek, siyasi iradesinin olgunlaşmadığını varsaydığı halkın temsilcileri üzerinde seçkinci tavrını sürdürmüştür.

Gerek 1954 gerekse 1957 seçimlerinde DP'nin seçimden zaferle çıkması DP'nin meclisteki etkin ağırlığını güçlendirmiştir. Kendilerine devletin koruyucusu ve hamisi rolünü biçen, seçilmiş iktidarı gayri-meşru bir şekilde alaşağı etmeye çalışan bürokratik vesayet düzeninin temsilcileri 27 Mayıs 1960'ta askeri darbe yapmıştır. 38 kişilik Milli Birlik Komitesi 27 Mayıs sabahında ülke yönetimine el koymuştur. Darbe sonucunda Milli Birlik Komitesi tarafından meclis ve 1924 Anayasası feshedilmiş, siyasi faaliyetlerin gerçekleştirilmesi durdurulmuş ve DP kapatılmıştır. Milletin oyunu alarak iktidara gelen DP'nin sandıktaki galibiyeti 1960 darbesiyle sona ermiştir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, dönemin TBMM başkanı ve başkanvekilleri ile birçok milletvekili yargılanmıştır. 1960 yılının Ekim ayında başlayan özel olarak oluşturulmuş mahkeme marifetiyle yargılamalar Yassıada'da yapılmıştır. Yargılama aşamasında sözde sanıklar üzerinde birçok iddia dile getirilmiştir. Özellikle Adnan Menderes hakkında ortaya atılan iddialar, adaletin sağlanması gayesinden ziyade, yapılan askeri darbeyi meşru kılma çabasını gözler önüne sermiştir. Duruşmalarda iddia edilen birçok konunun delillendirilememesi, asılsız iddiaların ortaya atılması, iddiaların Menderes'e itibar suikastı yapma amaçlı ortaya atıldığını göstermiştir. Ayrıca duruşma salonunda, mahkeme başkanının yargılananlara karşı kullandığı aşağılayıcı üslup, yargılamaların tarafsız ve adil şekilde yapılmadığı kanaatini oluşturmuştur. Yargılama esnasında yaşanan olağandışı gelişmeler, o dönem yargıyı temsil eden kişilerin daha sonra milletin vicdanında yargılanmasına neden olmuş, sözde sanıkların ise yine milletin vicdanında aklanmasını sağlamıştır. Yargılama süreci sonucunda birçok kişi idam edilmiştir. İdam edilenler arasında Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'da bulunmaktadır. Dolayısıyla 27 Mayıs askeri darbesi bir başbakan ile iki bakanın darağacına gitmesiyle sona ermiş ve Türk siyasal hayatının kara bir lekesi olarak hafızalardaki yerini almıştır.

Ordu içerisinde hiyerarşik bir komuta zinciri içinde olmaktan ziyade bir grup düşük rütbeli subay tarafından yapılan 1960 darbesi milletin iradesini ötelemiş, vesayetçi bir yönetimin kapılarını aralamıştır.

1960 darbesi Türkiye'de demokrasiye hançer vurarak kendisinden sonra gelen muhtıralara, darbe ve darbe girişimine zemin hazırlamıştır. Bunun temel sebebi; bürokratik vesayet zihniyetinde aranmalıdır. Bürokratik vesayet, bürokratik seçkinlerin bir vasi olarak siyaset üzerinde nüfuza sahip olmasıdır. Bir başka ifadeyle; demokratik seçimlerle siyasi otoriteyi meşru bir şekilde elinde bulunduran hükümetlerin kararlarına karşı bürokrasinin kendi yetki alanı dışına çıkarak müdahalesidir. Bürokratik güç odaklarının siyaset üzerinde belirleyici olmasıdır.

Bürokratik vesayete ebediyen karşı çıkmak her vatandaşın en asli görevidir. Çünkü eğer kendisini bu vatana ait hisseden insanlar demokrasiye darbe vuran her türlü bürokratik vesayet oluşumlarına ve bürokratik vesayet arayışında olanlara karşı net bir duruş gösteremezse, millet tam manasıyla egemenliğini eline alamamış olacak ve dolayısıyla milli iradenin iktidarı tecelli etmemiş olacaktır. Bu nedenle milletin egemenliğine set vurma amacı güden, demokrasiyi alaşağı etmeye ve boğmaya çalışan her türlü demokrasi düşmanı vesayetçi zihniyet karşısında bizatihi millet tarafından dik duruş sergilenmesi önem arz etmektedir.

Nihai olarak şunu söyleyebiliriz ki; demokrasinin ellerine kelepçe, ayaklarına pranga vurulamaz!