ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE

Filistin merkezli “seçilmiş travmalar” ve bölgesel sonuçları

AA - | Son Güncelleme Tarihi:
Filistin merkezli “seçilmiş travmalar” ve bölgesel sonuçları

Filistin topraklarında İsrail'in kurulması, Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve Arap ordularının İsrail karşısında yenilgiye uğratılması Orta Doğu halkları nezdinde baş edilmesi zor bir travmaya yol açtı.

Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Dr. Necmettin Acar, "seçilmiş travma" olarak İsrail meselesini ve 7 Ekim'den sonra yaşananların Orta Doğu'nun geleceğine etkilerini AA Analiz için kaleme aldı.

Birinci Dünya Savaşı sonrası Filistin'de yaşanan savaş, işgal ve sürgünlerin yol açtığı çaresizlik, yas ve utanç duygusu bölge halkları üzerinde büyük bir travmaya yol açtı. Son yüzyılda modern Orta Doğu siyasetinde ulus ötesi ideolojilerin ortaya çıkışı ve cazibesi, devlet sistemlerinin yeniden yapılanması, bölgesel aktörler arasındaki rekabet ve bu aktörlerin küresel güçlerle ilişkileri, Filistin merkezli bu travmalarla yakından alakalıdır.

7 Ekim ile başlayan bu süreç ve Filistin merkezli travmaların Orta Doğu siyasetine etkisi Vamık Volkan'ın siyaset psikolojisi literatürüne kattığı "seçilmiş travma" yaklaşımı üzerinden incelenebilir. 7 Ekim'de başlayan ve geldiğimiz noktada soykırım boyutuna evrilen Gazze'deki durumun Filistin merkezli "seçilmiş travma" olduğu varsayımının temel iddiası tıpkı 1948 ve 1967 yıllarında olduğu gibi 7 Ekim sonrası yaşananların da bölge siyasetinde derin izler bırakacağıdır.

"Seçilmiş travma" ve İsrail meselesi

Toplumların ve büyük grupların kimliklerinin oluşumunda, tarihsel süreçte öteki topluluklarla yaşadıkları olayların ve tarihsel düşmanlıkların önemli bir yeri vardır. Tarihsel süreçte yaşanan bazı olaylar toplumsal hafızaya "seçilmiş travma" olarak kaydedilir ve nesilden nesile aktarılarak yeniden üretilir. Volkan'ın tanımlamasına göre, "seçilmiş travma" bir büyük grubun bir çatışma sürecinde başka bir grupça maruz bırakıldığı büyük kayıp, utanç, aşağılanma ve çaresizlik gibi duygulara yol açan olayların sonraki nesillere aktarılarak paylaşılması ve yeniden üretilmesi tahayyülüdür. Bu şekilde, gerek bireysel düzlemde gerekse de toplumsal düzlemde seçilmiş travmalar bu acıyı yaşayan büyük gurupların kimliğinin bir parçası ve hatta kimliğin en hayati belirleyeni olmaya başlar.

Modern Orta Doğu tarihi bu güne kadar Filistin merkezli iki travmatik gelişmeye tanık oldu. Bu travmatik gelişmelerden ilki 1948 yılında İsrail'in kurulmasıyla Nakba'da ortaya çıktı. Sömürge döneminin sonunda sömürgeci güçler tarafından Filistin topraklarında İsrail'in kurulması, Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve Arap ordularının İsrail karşısında yenilgiye uğratılması Orta Doğu halkları nezdinde baş edilmesi zor bir travmaya yol açtı. Filistin merkezli bu travma aynı zamanda bölge siyasetinde derin izler bıraktı. Orta Doğu'daki kitlelerin sosyalizmi bir kurtuluş ideolojisi olarak benimsemesi, Sosyalist Arap milliyetçiliği ideolojisinin bölgesel düzeyde geniş bir kabul görmesi ve bunu takip eden dönemde ortaya çıkan "Arap Soğuk Savaşı" 1948 yılında yaşanan bu travmanın en önemli bölgesel sonuçları olarak sayılabilir.

Filistin merkezli travmaların ikincisi Batı Şeria, Kudüs, Sina Yarımadası ve Golan Tepeleri'nin İsrail tarafından işgal edilmesine ve yüzbinlerce Filistinlinin topraklarından sürülmesine yol açan 1967 savaşından sonra ortaya çıktı. Arap ordularının İsrail karşısında yenilgisi ve İsrail işgalinin Kudüs'ü içerecek şekilde genişlemesi, bölge halklarında büyük kayıp yaşattı ve çaresizlik gibi duygulara yol açtı.

Yaşanan bu travma sonrası geniş kitleler sosyalist Arap milliyetçiliği ideolojisinden umudunu kesti ve bu dönemde bir kurtuluş ideolojisi olarak İslamcılık ön plana çıkmaya başladı. Aynı zamanda 1967 yenilgisi, Filistin'in kurtuluşu için Arap devletlerine bel bağlayan kitlelerde bir hayal kırıklığına yol açtı. Bu dönemde Orta Doğu halklarının Filistin'in kurtuluşunun silahlı direnişle mümkün olacağına olan inancı El-Fetih, Hamas ve Hizbullah gibi devlet dışı silahlı aktörlerin yükselişine yol açtı.

7 Ekim'de başlayan Gazze savaşı, bölge siyasi tarihinde Filistin merkezli üçüncü seçilmiş travma olarak değerlendirilebilir. İsrail'in başlattığı yıkıcı saldırılarla Gazze şehrinin tamamen yerle bir edilmesi, İsrail ordusunun pervasızca işlediği savaş suçları ve soykırım, kitleleri maruz bıraktığı açlık, kıtlık ve tüm bu yıkıcı olayların sosyal medya aracılığıyla tüm dünyaya yayılması, bölge halklarında yeniden büyük kayıp, utanç, aşağılanma ve çaresizlik gibi duyguları ortaya çıkardı. 1948 ve 1967 sonrası yaşanan travmalarda olduğu gibi 7 Ekim sonrasında yaşanan bu travma da bölge siyasetinde derin etkiler bırakacaktır.

Gazze'de yaşanan soykırımın olası sonuçları

Gazze'de yaşanan soykırım sürecinde küresel ve bölgesel aktörlerin aylarca süren savaş suçları karşısında takındığı tavır Filistin halkı ve Filistin davasına gönül veren toplumlar nezdinde hafızalardan silinmeyecek bir yasa sebep oldu. Hastanelerin, okulların, camilerin, bombalanması, masum sivillerin acımasız yöntemlerle katledilmesi, insanların açlığa, susuzluğa ve kıtlığa mahkum edilmesi insanlık adına başa çıkılması zor travmalara yol açıyor. Yaşanan bunca acı, çaresizlik ve utanç sonrası bölgenin 7 Ekim öncesine dönmesini beklemek hiç de mantıklı olmayacaktır. İsrail vahşetine maruz kalan Filistin'de ortaya çıkan büyük kayıp, utanç, aşağılanma ve çaresizlik duyguları dalga dalga yayılarak tüm Orta Doğu hatta İslam dünyasın etkileyecektir.

İlk olarak, İsrail'in işlediği bu soykırım ve savaş suçlarının en büyük destekçisi olarak ön plana çıkan Batı ülkelerine olan öfke zamanla Orta Doğu'da Batının ürettiği demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi normatif değerlere olan güveni ciddi bir biçimde sarsacaktır. Kameralar karşısında işlenen vahşete Batılı ülke yöneticilerinin sergilediği vurdumduymazlık hatta bu ülkelerin İsrail'i destekleyen politikaları, bölge halklarının hafızasında Batıya olan güvensizliği kalıcı hale getirecektir.

Bu süreçte nispeten daha dengeli bir siyaset izleyen Asyalı güçlerin ise bölgedeki yumuşak gücünün artacağı öngörülebilir. Uzun zamandır bölgede kalıcı bir nüfuz inşa etmek isteyen Çin gibi büyük bir aktör İsrail meselesinde takındığı dengeli tavrın karşılığını, bölge genelinde Asyalı değerlere teveccühün artmaya başlamasıyla alacaktır.

İkinci olarak, İsrail vahşeti karşısında bölgesel aktörlerin sessizliği Orta Doğu halklarının acı, çaresizlik ve utanç duygularını derinleştirdi. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Arap Birliği ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) gibi uluslararası örgütlerin ve bölge ülkelerinin bu vahşet karşısında yeterince etkin bir rol oynamaması toplumsal düzlemde yeni arayışları tetikleyebilir. Bu süreçte, Arap ulusu ve İslam ümmeti gibi kapsayıcı kimliklerin zayıflayarak değer kaybedeceği ve mikro milliyetçiliklere yönelimin artacağı bir süreç başlayacaktır.

[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.