“Ot yeme pahasına…”
Son günlerde Hindistan ve Pakistan arasında dünyayı endişeye sürükleyen çatışmalar var.
İki ülkenin de nükleer güç olması, nükleer savaş tedirginliğinin ilkler kadar hissedilmesine yol açıyor.
Nükleer silah öyle bir enstrüman ki bir yandan çok sorumlu davranmayı ve aksi hale ciddi tehlikeleri beraberinde getiriyor.
Diğer yandan özellikle güç asimetrisi yaşandığı durumlarda, sayısal verilere bakıldığında zayıf durumda olan taraf için güvenlik doğuruyor.
Çünkü saldırgan taraf biliyor ki nükleer silaha başvurursa hızla aynı şekilde cevap görebilir.
Hindistan dünyanın en kalabalık ülkesi.
Nüfusu 1 milyar 400 milyonun üzerinde.
Karşısındaki Pakistan'da 247 milyon insan yaşıyor.
Haliyle Hindistan'ın askeri gücü de her alanda Pakistan'dan kat kat fazla.
Bunu hem aktif personel sayısında, hem askeri araç-gereçte görmek mümkün.
Ama iş nükleere gelince durum değişiyor.
Hindistan'ın 172 nükleer başlığı varken, Pakistan 170 nükleer silaha sahip.
Değil 170, bir tane bile olsa en kötü senaryoda bu güç asimetrisinin bir anlamı kalmıyor.
Pakistan bugün Hindistan'ın saldırganlığı karşısında böyle dik durabiliyorsa, en önemli sebebi bu.
Tabii başka sebepler de var, onlara aşağıda değiniriz.
Şimdi biraz geriye gidelim.
İki ülke Keşmir için daha önce 4 kez savaştı.
Ancak işin içine nükleer girince mücadele başka bir boyuta geçti.
Hindistan'ın nükleer silaha sahip olma adımları atması, Pakistan'ı da aynı hedefe yöneltti.
Her şeyin başında, dönemin Pakistan Devlet Başkanı Zülfikar Ali Butto'nun 1971'deki bir sözü var.
"Hindistan ile bin yıllık bir savaşa giriyoruz ve ot yemek zorunda dahi kalsak bir atom bombası yapacağız" demişti.
Çünkü nükleer silah elde etmek çok büyük yatırımlar gerektiriyor.
Hele ki o zamanın Pakistan'ında bu halkın refahına harcanamayacak büyük paralar demekti.
Ama bu bir zorunluluk olmuştu.
Hindistan 13-15 Mayıs 1998'de 5 nükleer test yapabilecek kadar ilerledi.
Pakistan da ona yetişti.
Onlar da 13 gün sonra ilk nükleer testini yaptı.
Atom bombasına sahip ilk Müslüman ülke oldu.
Son gerilimde bu imkâna sahip olmanın verdiği belli bir rahatlık elbette var.
Ama iki ülke adına bu imkân çok ciddi sorumluluklar da getiriyor.
Bu örnekten görüyoruz ki nükleer silah sahibi olmak sizin üzerinizde planları olan güçler için hiç de istenmeyen bir seçenek.
Elinde yüzlerce, binlerce nükleer silah olan ülkelerin diğerlerine "Nükleer silahın olamaz!" diye baskı yapması aslında bu açıdan bir tezat.
Bu çatışmalar bize dünyanın nereye gittiği, savaş endüstrisinde ibrenin nasıl doğuya kaymaya başladığı ve hatta hangi düşmanların aynı safta buluştuğu hakkında başka dikkat çekici bilgiler de verdi.
Örneğin Hindistan'ın saldırdığı ilk akşam, birkaç savaş uçakları Pakistan tarafından düşürüldü.
Onlardan bazıları, Fransızların övündüğü ve batı dünyasında rağbet gören Rafale uçaklarıydı.
Pakistan, bu uçakları Çin yapımı J-10C'lerle vurdu.
Bu uçaklar dördüncü neslin gelişmiş hali.
4,5 nesil olarak adlandırılanlardan.
F-16 Blok 70'lerle kıyaslanabilir.
Çin dışında sadece Pakistan'da var.
Aynı Hindistan'ın bombardıman sırasında yaptığı gibi, Pakistan uçakları da kendi hava sahasından çıkmadı.
Elbette pilotların maharetleri bu işte çok önemli.
Pakistanlı pilotların yetenekleri de dünyaca bilinir.
Ama Asıl dikkat çekici olan, Çin'in savaş teknolojisinin ne kadar geliştiği ve batıya nasıl üstün geldiği...
Keşmir üzerine son çatışmalarda net olarak kanıtlandı.
J-10C'ler 1998'den beri uçuyor ve modernize ediliyor.
Uçaklar modern radarlara, elektronik karşı tedbir sistemlerine ve uzun menzilli silahlara sahip.
AESA radarları, Hindistan uçakları kendilerini görmeden onları görmelerini sağladı.
Ayrıca o uçaklarda yine Çin yapımı olan PL-15 tipi havadan havaya füzeler kullanılıyordu.
300 kilometre menzilli o füzeler de ilk kez bilinen bir savaşta kullanıldı ve etkisini gösterdi.
Aynı şekilde J-10C'ler de ilk kez bir harpte savaş uçağı düşürdü.
Hindistan'ın elindeki Fransız yapımı Rafaleler de ilk kez bir savaşta düşürüldü.
Hal böyle olunca Çin'in savaş teknolojileri batıya karşı üstünlüğünü gösterdi.
Ve özellikle batılı ülkelerde askeri analistler için hoş olmayan veriler ortaya koydu.
Her ne kadar Rafaleler kötü ya da J-10'lara denk olmayacak uçaklar sayılmasa da Hindistan'ın Fransızların gözbebeği bu uçakların itibarını yerle bir ettiği kesin.
Ayrıca Pakistan'ın pilotlarına Rafale uçakları için eğitim aldırarak, aslında düşmanların elindeki imkânı iyi tanıma ve önlem alma fırsatı bulduğunu da hatırlatalım.
Kapasitesini, yeteneklerini, zayıf yönlerini öğrendiler.
Daha da dikkat çekici olan, Çin'in elinde J-10'lardan daha ileri iki model daha var.
J20'ler Amerikan F22 ve F35'lerden sonra dünyanın üçüncü operasyonel beşinci nesil hayalet savaş uçağı.
Bir de yeni nesil hayalet savaş uçakları J-35'ler var ki bu iki model daha gerçek savaş kendini göstermedi.
Altıncı nesil savaş uçağı için yarışta da Çin oldukça avantajlı konumda görünüyor.
Tüm bu gelişmenin arkasında ise onlarca yıldır kararlılıkla süren, milyarlarca dolarlık yatırımlarla desteklenen önemli bir süreç var.
Gelelim bir diğer ilginç detaya...
Hindistan ve Pakistan arasındaki bu çatışmalar bir başka ilginç tabloyu da bize gösterdi.
Hindistan, İsrail'le çok sıkı askeri, siyasi ve ekonomik ilişki içinde bulunuyor.
Pakistan'a son saldırılarda da İsrail'in Harop İHA'larını kullanıyor.
Onların da birçoğu düşürüldü.
Lakin Hindistan Pakistan'la bu gerilimi yaşarken, Yeni Delhi'ye dikkat çekici bir ziyaret vardı.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Hindistan'ı ziyaret etti.
Hatta iki ülke arasında resmen stratejik ortaklık kuruldu.
Birçok alanda ikili anlaşmalar imzalandı.
İranlı bakan aslında Hindistan'dan önce Pakistan'daydı.
Orada da yaşanan sorunla ilgili arabuluculuk teklif etti.
Ama Pakistan'da bunu yapıp Hindistan'a gidince stratejik ortaklık kurarsanız, safınızı açıkça belli etmiş olursunuz.
Birbirlerini varoluşsal tehdit olarak gören iki ülke, İsrail ve İran'ın Keşmir meselesinde Hindistan'ın ardında yer almış olması bir ironi değil mi?
78 yıldır çözülemeyen Keşmir meselesinin arkasında aslında kim var, bilmeyenler için onu da anlatalım.
Sorunun cevabı İngiltere...
Aslında sorun daha eskiye dayansa da iplerin kopması İngilizlerin oradan ayrılmasına dayanıyor.
Sömürge yönetimine sahip olan İngiltere 1947'de o bölgeden çekildi.
Bu sırada Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını kazandı.
İngiltere, Keşmir'i Hindistan ya da Pakistan'a katılma konusunda serbest bıraktı.
Keşmir'in Müslüman olan halkı Pakistan'ı istedi.
Ancak bölgenin prensi Hindistan'ı tercih etti.
İlk savaş böyle başladı.
Keşmir ikiye bölündü.
Bir kısmı Pakistan, yine Müslüman olan diğer kısmı da Hindistan'ın elinde kaldı.
İki ülke 1965, 1971 ve 1999'da üç kez daha savaştı.
Bu arada Keşmir deyince genelde Hindistan ve Pakistan konuşulur ama bölgenin yüzde 20'si de Çin'in kontrolünde.
Bunu da not olarak düşelim.
Aslında bizim coğrafyamız da İngilizlerin miras bıraktığı sorunlara yabancı değil.
Tıpkı Kıbrıs meselesi gibi...
İki ülkenin de nükleer güç olması, nükleer savaş tedirginliğinin ilkler kadar hissedilmesine yol açıyor.
Nükleer silah öyle bir enstrüman ki bir yandan çok sorumlu davranmayı ve aksi hale ciddi tehlikeleri beraberinde getiriyor.
Diğer yandan özellikle güç asimetrisi yaşandığı durumlarda, sayısal verilere bakıldığında zayıf durumda olan taraf için güvenlik doğuruyor.
Çünkü saldırgan taraf biliyor ki nükleer silaha başvurursa hızla aynı şekilde cevap görebilir.
Hindistan dünyanın en kalabalık ülkesi.
Nüfusu 1 milyar 400 milyonun üzerinde.
Karşısındaki Pakistan'da 247 milyon insan yaşıyor.
Haliyle Hindistan'ın askeri gücü de her alanda Pakistan'dan kat kat fazla.
Bunu hem aktif personel sayısında, hem askeri araç-gereçte görmek mümkün.
Ama iş nükleere gelince durum değişiyor.
Hindistan'ın 172 nükleer başlığı varken, Pakistan 170 nükleer silaha sahip.
Değil 170, bir tane bile olsa en kötü senaryoda bu güç asimetrisinin bir anlamı kalmıyor.
Pakistan bugün Hindistan'ın saldırganlığı karşısında böyle dik durabiliyorsa, en önemli sebebi bu.
Tabii başka sebepler de var, onlara aşağıda değiniriz.
Şimdi biraz geriye gidelim.
İki ülke Keşmir için daha önce 4 kez savaştı.
Ancak işin içine nükleer girince mücadele başka bir boyuta geçti.
Hindistan'ın nükleer silaha sahip olma adımları atması, Pakistan'ı da aynı hedefe yöneltti.
Her şeyin başında, dönemin Pakistan Devlet Başkanı Zülfikar Ali Butto'nun 1971'deki bir sözü var.
"Hindistan ile bin yıllık bir savaşa giriyoruz ve ot yemek zorunda dahi kalsak bir atom bombası yapacağız" demişti.
Çünkü nükleer silah elde etmek çok büyük yatırımlar gerektiriyor.
Hele ki o zamanın Pakistan'ında bu halkın refahına harcanamayacak büyük paralar demekti.
Ama bu bir zorunluluk olmuştu.
Hindistan 13-15 Mayıs 1998'de 5 nükleer test yapabilecek kadar ilerledi.
Pakistan da ona yetişti.
Onlar da 13 gün sonra ilk nükleer testini yaptı.
Atom bombasına sahip ilk Müslüman ülke oldu.
Son gerilimde bu imkâna sahip olmanın verdiği belli bir rahatlık elbette var.
Ama iki ülke adına bu imkân çok ciddi sorumluluklar da getiriyor.
Bu örnekten görüyoruz ki nükleer silah sahibi olmak sizin üzerinizde planları olan güçler için hiç de istenmeyen bir seçenek.
Elinde yüzlerce, binlerce nükleer silah olan ülkelerin diğerlerine "Nükleer silahın olamaz!" diye baskı yapması aslında bu açıdan bir tezat.
Bu çatışmalar bize dünyanın nereye gittiği, savaş endüstrisinde ibrenin nasıl doğuya kaymaya başladığı ve hatta hangi düşmanların aynı safta buluştuğu hakkında başka dikkat çekici bilgiler de verdi.
Örneğin Hindistan'ın saldırdığı ilk akşam, birkaç savaş uçakları Pakistan tarafından düşürüldü.
Onlardan bazıları, Fransızların övündüğü ve batı dünyasında rağbet gören Rafale uçaklarıydı.
Pakistan, bu uçakları Çin yapımı J-10C'lerle vurdu.
Bu uçaklar dördüncü neslin gelişmiş hali.
4,5 nesil olarak adlandırılanlardan.
F-16 Blok 70'lerle kıyaslanabilir.
Çin dışında sadece Pakistan'da var.
Aynı Hindistan'ın bombardıman sırasında yaptığı gibi, Pakistan uçakları da kendi hava sahasından çıkmadı.
Elbette pilotların maharetleri bu işte çok önemli.
Pakistanlı pilotların yetenekleri de dünyaca bilinir.
Ama Asıl dikkat çekici olan, Çin'in savaş teknolojisinin ne kadar geliştiği ve batıya nasıl üstün geldiği...
Keşmir üzerine son çatışmalarda net olarak kanıtlandı.
J-10C'ler 1998'den beri uçuyor ve modernize ediliyor.
Uçaklar modern radarlara, elektronik karşı tedbir sistemlerine ve uzun menzilli silahlara sahip.
AESA radarları, Hindistan uçakları kendilerini görmeden onları görmelerini sağladı.
Ayrıca o uçaklarda yine Çin yapımı olan PL-15 tipi havadan havaya füzeler kullanılıyordu.
300 kilometre menzilli o füzeler de ilk kez bilinen bir savaşta kullanıldı ve etkisini gösterdi.
Aynı şekilde J-10C'ler de ilk kez bir harpte savaş uçağı düşürdü.
Hindistan'ın elindeki Fransız yapımı Rafaleler de ilk kez bir savaşta düşürüldü.
Hal böyle olunca Çin'in savaş teknolojileri batıya karşı üstünlüğünü gösterdi.
Ve özellikle batılı ülkelerde askeri analistler için hoş olmayan veriler ortaya koydu.
Her ne kadar Rafaleler kötü ya da J-10'lara denk olmayacak uçaklar sayılmasa da Hindistan'ın Fransızların gözbebeği bu uçakların itibarını yerle bir ettiği kesin.
Ayrıca Pakistan'ın pilotlarına Rafale uçakları için eğitim aldırarak, aslında düşmanların elindeki imkânı iyi tanıma ve önlem alma fırsatı bulduğunu da hatırlatalım.
Kapasitesini, yeteneklerini, zayıf yönlerini öğrendiler.
Daha da dikkat çekici olan, Çin'in elinde J-10'lardan daha ileri iki model daha var.
J20'ler Amerikan F22 ve F35'lerden sonra dünyanın üçüncü operasyonel beşinci nesil hayalet savaş uçağı.
Bir de yeni nesil hayalet savaş uçakları J-35'ler var ki bu iki model daha gerçek savaş kendini göstermedi.
Altıncı nesil savaş uçağı için yarışta da Çin oldukça avantajlı konumda görünüyor.
Tüm bu gelişmenin arkasında ise onlarca yıldır kararlılıkla süren, milyarlarca dolarlık yatırımlarla desteklenen önemli bir süreç var.
Gelelim bir diğer ilginç detaya...
Hindistan ve Pakistan arasındaki bu çatışmalar bir başka ilginç tabloyu da bize gösterdi.
Hindistan, İsrail'le çok sıkı askeri, siyasi ve ekonomik ilişki içinde bulunuyor.
Pakistan'a son saldırılarda da İsrail'in Harop İHA'larını kullanıyor.
Onların da birçoğu düşürüldü.
Lakin Hindistan Pakistan'la bu gerilimi yaşarken, Yeni Delhi'ye dikkat çekici bir ziyaret vardı.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Hindistan'ı ziyaret etti.
Hatta iki ülke arasında resmen stratejik ortaklık kuruldu.
Birçok alanda ikili anlaşmalar imzalandı.
İranlı bakan aslında Hindistan'dan önce Pakistan'daydı.
Orada da yaşanan sorunla ilgili arabuluculuk teklif etti.
Ama Pakistan'da bunu yapıp Hindistan'a gidince stratejik ortaklık kurarsanız, safınızı açıkça belli etmiş olursunuz.
Birbirlerini varoluşsal tehdit olarak gören iki ülke, İsrail ve İran'ın Keşmir meselesinde Hindistan'ın ardında yer almış olması bir ironi değil mi?
78 yıldır çözülemeyen Keşmir meselesinin arkasında aslında kim var, bilmeyenler için onu da anlatalım.
Sorunun cevabı İngiltere...
Aslında sorun daha eskiye dayansa da iplerin kopması İngilizlerin oradan ayrılmasına dayanıyor.
Sömürge yönetimine sahip olan İngiltere 1947'de o bölgeden çekildi.
Bu sırada Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını kazandı.
İngiltere, Keşmir'i Hindistan ya da Pakistan'a katılma konusunda serbest bıraktı.
Keşmir'in Müslüman olan halkı Pakistan'ı istedi.
Ancak bölgenin prensi Hindistan'ı tercih etti.
İlk savaş böyle başladı.
Keşmir ikiye bölündü.
Bir kısmı Pakistan, yine Müslüman olan diğer kısmı da Hindistan'ın elinde kaldı.
İki ülke 1965, 1971 ve 1999'da üç kez daha savaştı.
Bu arada Keşmir deyince genelde Hindistan ve Pakistan konuşulur ama bölgenin yüzde 20'si de Çin'in kontrolünde.
Bunu da not olarak düşelim.
Aslında bizim coğrafyamız da İngilizlerin miras bıraktığı sorunlara yabancı değil.
Tıpkı Kıbrıs meselesi gibi...